Kemal Tahir Ergenekon'a nanik yapıyor...
Bu yazıyı Aziz (üstel) abi sevecek. Engin Ardıç da sevecek. Ben de severek yazıyorum, çünkü ‘En uğursuz, en pis hadımlık öğrenmemek, anlamamak, sepet gelip sepet gitmeyi kabullenmektir’ diyen rahmetli Kemal Tahir’den söz edeceğim.
Nerden mi icap etti?
Birincisi, yazdıkları ve söyledikleri itibariyle, insanda ‘Artık böylesi gelmiyor’ duygusu uyandıran bir aydındı; velud ve gayretliydi. Sevgili Ayşe ablanın, Ayşe Şasa’nın ifadesiyle de ‘bir arif kişi’ydi.
İkincisi, klasik ifadesiyle, ezber bozuyordu. Görülen ve bilinenlerin dışında da bir ‘gerçeklik düzlemi’ olabileceğini savunuyordu ve algılarımızı sürekli açık tutmamız gerektiğini söylüyordu.
üçüncüsü, 35 yıl önce bugünlerde aramızdan ayrılmıştı.
Bugün yaşasaydı, şebek şebek ortalıkta dolaşıp ‘Kemal Tahir balonunu patlatıyorum’ diyen şair bozmaları kendilerine gazete köşelerinde yer bulabilir miydi?
Sanmıyorum...
İyi ki yaşamıyor ve entelektüel utancımızı yüzümüze vuran kimse yok.
Daha önce de yazmıştım:
Kemal Tahir, ‘Kemal Tahir’ dendiğinde zihnimize üşüşenlerin dışında bir ‘kişilik’ti. Romancıydı; tarihle ve toplumla ilgili öne sürdüğü ilginç tezleri çoğunlukla romanları aracılığıyla paylaşıyordu ama yazdıkları teknik açıdan kusurluydu. Daha doğrusu, kötü bir romancıydı.
Nasıl olmuştu da, bu ‘kötü romancı’, tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin baş etmekte güçlük çektikleri/çekecekleri bir ‘heyula’ haline gelmişti?
Bugün Kemal Tahir balonunu patlattığını söyleyen serseri de aynı dertten muzdariptir; rahmetli, çünkü, resmi tarih tasavvurunun dışında (hatta zaman zaman resmi tarihle çatışan) bir görüşü seslendiriyordu ve özgündü.
Bu yüzden, yirminci yüzyılın total kavrayışını tevarüs etmiş Cumhuriyet aydınının tepkisini çekiyordu. (Bkz. Devrimler, Köy Enstitüsü ve toprak reformuyla ilgili söyledikleri.)
Kendilerini ‘sosyalist’ diye pazarlayan ‘kadro artığı’ entelektüellerin de tepkisini çekiyordu.
Bunlar da, Kemal Tahir’i ‘kuruluşu’ (Osmanlı’nın kuruluşunu) ve ‘kerim devlet’ fikriyatını yüceltmekle suçluyorlardı. çünkü, Kemal Tahir, ‘Devlet Ana’da, tarihi maddeciliğin kavramlarına yüz vermemiş, bir anlamda sosyalizme ihanet etmişti.
İyi de, toplumların hayatı ve tarihi (ahlak ve moral değerler olmaksızın) sadece ‘tarihi maddeciliğin’ kavramlarıyla açıklanabilir miydi?
Hele, Osmanlı tarihi gibi spesifik bir alanda, tek ve geçerli yordam bu olabilir miydi?
Kemal Tahir’in, başlangıçta ‘şaşırtıcı’ ve ‘ilginç’ bulunan, tarihi maddeciliğin kavramlarıyla çeliştiği için de yargılanan tarih tezi basit bir karşılaştırmaya (akıl yürütmeye) dayanıyordu oysa; Hilmi Yavuz’un yerinde saptamasıyla ‘tarih, sosyoloji, antropoloji bize Batı toplumlarının somut gerçekliklerinin Doğu toplumlarındakinden (bu arada Türk toplumununkinden) farklı gelişmeleri belirlediğini ortaya koyuyor’du; o halde yapılması gereken, ‘somutu’ (bilineni) kuram yoluyla üretmekle yetinmeyerek, kuramı somut yoluyla ‘yeniden üretmek’ti.
Kemal Tahir’in yaptığı buydu...
Söyledikleri, ‘yeni’, ‘şaşırtıcı’, ‘özgün’ olmakla birlikte elbette spekülatifti; Timurlenk, Yıldırım Bayezid, Sultan Galiyef, Nazım Hikmet, Mustafa Suphi’yle ilgili düşünceleri örneğin...
En çok da neyi merak ediyorum, biliyor musunuz?
Rahmetli, vaktiyle Madanoğlu ve İlhan abi’giller hareketiyle çok dalgasını geçmişti. Bugün yaşasa Ergenekon’cuları (ve kendilerine ‘fikir adamı’ süsü veren darbecileri) nasıl tefe koyardı, kimbilir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.