Önce kendi ‘Kürt’üne ifade hakkı tanı
Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği “Demokratik Özerklik Çalıştayı” hakkında neden yazmadım?
Birincisi, canım istemediği için...
İkincisi, önemsemediğim için...
Üçüncüsü, çocukça ve acul bir gayretin ürünü olarak gördüğüm, yani irite olduğum için...
Dördüncüsü, içinde “özerklik” geçen her cümlenin, her önerinin, her kanaat bildiriminin, hususen seçim sürecinde, maksadının dışına taşındığını düşündüğüm için...
Hedef, sanki “özerklik” meselesini masaya yatırmak değil de, tartışılan konunun doğal sonucu olarak ortaya çıkabilecek “karışıklıktan” yeni bir siyaset yordamı üretmek ve “birilerinin” elini güçlendirmek.
Bunu şöyle açayım:
Ne zaman “sivil siyaset alanını” tahkim edecek bir fırsat çıksa, Kürt siyasetinin temsilcisi olduğunu söyleyen arkadaşları “devlet iktidarını” oluşturan politik anlayışlarla yan yana, kol kola, hatta iç içe görüyoruz.
Mesela, yargıdaki oligarşik yapılanmayı dağıtacak ve aynı zamanda ifade kanallarını açacak anayasa değişikliği çalışmalarına katılmadılar, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran maddeye onay vermediler ve referandumda boykot kararı aldılar.
Kitleleri de “boykot” yönünde dezenforme ettiler.
Gündeme getirdikleri “iki dil” ve “özerklik” tartışmasında da benzer bir rahatsızlık var.
İştahlarını, “Kurucu Meclis” gibi çalışacak bir sonraki Meclis’e saklamak yerine, bir aculluk örneği sergileyip, ülkeyi seçim sonuçlarını etkileyebilecek “zamansız” bir tartışmanın içine attılar ve oluşturdukları karışıklıkla “Ulusçu Türk siyasetinin” elini güçlendirdiler.
Kaos ve karışıklık bir siyaset yordamı olabilir mi oysa? Buradan türeyen anlayışlarla “meseleler” çözülebilir mi?
Çok mu dolambaçlı oldu?
Hiç dolambaçlı değil.
Daha açık konuşmak isterdim ama “AKP yalakası”, “yandaş” filan diye saydırmaya başlayacaksınız. İyisi mi burada keseyim.
Bu çalıştayı düzenleyen Demokratik Toplum Kongresine de itirazım var.
Hemen söyleyeyim: “Bölünürüz, parçalanırız, mahvoluruz” endişesi taşıyanlardan hiç olmadım. Belli bir olgunluk çerçevesinde her türlü konu konuşulabilmeli, her türlü mesele masaya yatırılabilmeli.
İsteyen “ayrılığı”, isteyen “tam entegrasyonu” yahut “federatif sistemi”, isteyen talepler kaleminin “demokratik özerklikle sınırlı tutulmasını” savunur.
Ben, çalıştayı düzenleyen kongrenin diline taktım.
Kuşatıcı olmayan ve bölgeyle irtibatı tartışmalı bir dil bu.
Daha çok bir angajman dili...
Kongre, kadın erkek meselelerini, üretim içindeki kadını, Türkiye’nin sınıfsallığını, “ekolojik sorunları”, demokratik toplum taleplerini, kimlik meselelerini tartışıyor (tartıştırıyor) ama kullandığı dilin hiçbir bir “temsil değeri” yok... İmralı’daki zatın jargonuyla konuşuyorlar. Yani, arkadaşlar hâlâ Marksist ve 70’li yılların cephe dilinden kurtulabilmiş değiller.
Bol bol “gerici” diyorlar...
Bol bol feodaliteden, geri almışlıktan, çağdaşlıktan söz ediyorlar.
Bol bol jargon patlatıyorlar.
Kendine “Demokratik Toplum Kongresi” adını vereceksin, “demokratik özerklik” gibi çok ciddi bir meseleyi tartışacaksın, ama özerklik mücadelesinin öncelikle İmralı’daki zata (ve ondan türeyen pozitivist dile) karşı verilmesi gerektiğini düşünmeyeceksin...
Kürt siyaseti önce kendi içinde demokratikleşsin ve dilini değiştirsin, sonra Türkiye’nin ekolojik meselelerine el atsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.