Nasıl oy veririz?
Siyasi partiler projelerini halka anlatır ve bunun onaylanmasını ister. Yani halk belirleyen değil onaylayandır. Gerçekte siyasi partinin geleceğe yönelik bir projesi olması beklenir ama bu bir hayal olarak kalır ve siyasi partiler halkın hoşlanacağını sandıkları sözlerle halkın önüne çıkarlar.
Halkın inanç ya da ideolojilerine göre oy verdiği doğru değildir. İdeoloji ve inançlar bireysel tercihin sonucu olarak belirlenmez, yöneten güç uygun gördüğünü seçer. Mesela eğer halk istediğini seçseydi Polonya komünist değil Katolik inancın etkin olduğu bir yönetim modelini tercih ederdi. İkinci Dünya Savaşı sonundaki paylaşımda SSCB’nin payına düşseydik belki aynı kişiler tarafından yönetilirdik ama şimdi önde gelenlerimiz eski komünistler olurdu.
Eğer halkın onaylamayacağı bir rejim gerekliyse totaliter yönetimler başa geçer ve yapılması gereken yapılır. Belli bir ideoloji ya da inanışın egemen olması gerektiğinde, seçilen ideoloji ne olursa olsun, yönetim totaliter olmak zorundadır. Komünist, faşist, İslamcı olması fark etmez. Egemen ideolojiye biat etmeyenler hain sayılır ve ihanet hiçbir anlayışta hoş görülemez. Burada bir ikilemle karşı karşıya kalırız. Farklı düşünmek iyidir ama hain olmanın kötülüğüyle mukayese edilemez.
Bugün karşılaştığımız sorun bazı siyasi partilerin kendi görüşlerini kabul etmeyenleri ihanetle suçlamasıdır. Bir projenin yanlış olduğunu ya da kusurlu gerçekleştirildiğini söylemekle proje sahibi kuruluşu ihanetle itham etmek aynı şey değildir ve böyle bir tavır iç çatışma yaratır. Hainle mücadele milli bir görev sayılır. Bu gibi çatışmalar sınırlı kalabilir ve zaten istenen rejimi değiştirmek değil iktidarı alaşağı etmektir. 12 Eylül öncesi çatışan taraflar birbirini ve iktidarı yanlış yapmakla değil ihanetle suçluyordu.
Bir siyasi parti Kürt sorununun nasıl çözülmesi gerektiğini söylemeyip ülkeyi böldürmeyiz derse bundan iki sonuç çıkar: Kürt sorunu yoktur ve yapılanlara karşı mücadele edeceğiz. Bu mücadelede her türlü metodu kullanabiliriz deniyor.
Ülkenin ekonomik sorunlarını çözmek için halka türlü vaatlerde bulunup muhtemel tehlikeleri göz ardı etmenin daha doğrusu farkında olmamanın oy almaktan öte bir anlamı olmaz ve muhtemel tehlike gerçekleşirse kimse çözüm üretemez.
Ayrıca bugün halka hoş gelen bazı gelişmeler yarın ciddi sorunlara neden olabilir. ABD’den başlayıp Avrupa’da daha güçlü biçimde yaşanan ekonomik sıkıntıların mantığı şöyledir. Özellikle gelişmiş ülkeler sınır tanımaz bir biçimde borçlandılar. Borçlanmak ürettiğinden fazlasını tüketmek demektir ve halk bunu bir refah artışı olarak hisseder. Yani ilave tüketimi borçla finanse etmek uyuşturucu kullanmaya benzer ve acısı sonra çıkar.
Burada sorulmamış, sorulmadığı için cevabı aranmayan bir soru vardır: Borç veren ülkeler içinde önemli siyasi aktör olması muhtemel ülke Çin’dir. Çin halkının tasarruf edip bunu Batılı ülkelerin tüketim heveslerinde kullanmasına göz yumarken uzun vadeli bir projesi var mıydı? Yani bugünleri ön görüp ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi inisiyatifini güçlendirmeyi hesaplamış mıydı?
Büyük aktör olmaya heveslenen büyük sorulara cevap arar ve onları çözer. Küçük sorunlarla uğraşarak büyük olunmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.