İzleme birader
Saçma sapan kanallarda yayımlanan saçma sapan dizileri ve tarih muhabbetlerini izlemiyorum... Dolayısıyla, “Muhteşem Yüzyıl” nedir, tarihin arka odasında neler dönmektedir, Murat Bardakçı ne eylemektedir, Fatih Bey kime laf çakmaktadır, bilmem...
Benim dizim “Kurtlar Vadisi”dir; onu da bölümler eskidikçe internetten izliyorum.
En son, Memati’nin çocuğunu öldürmüşlerdi.
Öldü mü sahiden?
Birkaç hafta önce, kanallar arasında dolaşırken, Murat Bardakçı’yla herhalde iyi bir tarihçi olan Fatih Altaylı’nın muhabbetine tanık olmuştum. İlber Ortaylı da var mıydı, tam hatırlamıyorum.
İyi bir tarihçi olan Altaylı, “İdris Küçükömer kurtuluş savaşının olmadığını iddia diyormuş Murat... Ne diyorsun buna?” diye soruyordu.
Daha da iyi bir tarihçi olan Murat Bardakçı da, “Evet, böyle şeyler iddia etmişti... Hatta daha ileri şeyler söylemişti...” diye yanıtlıyordu...
Bardakçı’dan da iyi olan Ortaylı ne söylüyordu, unuttum...
İyi şeyler söylememiştir herhalde...
Küçükömer’e dudak büktüğünü, hepimizi kompleksten geberten ses tonuyla ortadaki infaza katkıda bulunduğunu hatırlıyor gibiyim. Yoksa yanlış mı hatırlıyorum?
Birkaç dakika kalabildim kanalda...
İçim kaldırmadı.
O birkaç dakika içinde Küçükömer’in işini bitirdiler.
Rahmetlinin ne “tarih tezi” kaldı, ne paradigması, ne de iktisadi analizleri...
Bu işler böyle oluyordu demek ki.
Kulakları çınlasın, Özdemir İnce de, “safsata” diyerek devasa tarih tezini bir kalemde çürütüvermişti.
Kemal Tahir zaten safsataydı...
Niyazi Berkes...
Hilmi Ziya Ülken...
Hatta, Sencer Divitçioğlu...
Memleketin içler acısı durumuna bakın ki, Sencer Divitçioğlu diye biri çıkacak, ATÜT çerçevesinde siyasi ve iktisadi analizler yapacak, toplumu daha derinden kavrayabilmemiz için birtakım “kompleks ipuçları” sunacak; sonra hangi bilimsel bilgiyi temellük ettiğini bilmediğimiz sıradan bir gazete yazıcısı çıkıp bütün bu birikimi çöpe atacak...
Bu da “entelektüel faaliyet” sayılacak.
İyi mi?
Eskiden bu işler başka türlü olurdu galiba... Saygın birtakım adamlar, saygın birtakım mecraları kullanarak itirazlarını dile getirir, varsa katkılarını sunarlardı... Eskilerin ifadesiyle, seviyeli bir şekilde “müsademe” ederlerdi. Bu müsademeden “barika-i hakikat” doğarsa doğardı, doğmazsa doğmazdı.
Şimdi her bir şeyi televizyon kanallarında ve gazete köşelerinde hallediyoruz.
Tarihi, sözgelimi, televizyon dizilerinden öğreniyoruz.
Türk toplumunun üretimle ilişkilerini ve “varoluş” serencamını gazete köşelerinden izliyoruz.
Muhteşem Süleyman’ı da, bir dizi sayesinde öğreneceğiz.
Diziye karşı çıkanlar, “Tarihimizi çarpıtıyor... Padişahı yataktan çıkarmıyor... Ecdadımıza haksızlık ediyor” diyorlar.
Ben de, “İzleme kardeşim” diyorum...
Ekranda gördüğün, yönetmenin tasavvurundaki “Süleyman”dır, bildiğimiz gerçeklikle ilişkisi yoktur.
Sanatçı, varolan gerçekliği alıp dönüştürebilir, “kendisi” olmaktan çıkarabilir ve oradan başka bir “gerçeklik” süzebilir...
İşine gelmiyorsa, izlemeyeceksin.
Becerebiliyorsan, daha iyisini yapacaksın.
Ben olsam, ortadaki “iş”in niteliğine bakardım.
Niteliksiz bir dizi “Muhteşem Süleyman”dan bir şey eksiltmez.
Bu cümleden olarak, niteliksiz adamların muhabbeti de Küçükömer’in tarih tezinden bir şey aşındırmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.