Toparlanın, sinemaya gidiyoruz!
"Karanlığa küfretme; bir mum da sen yak" vecizesi yerini buldu; kötü, çirkin ve yanlış bulduğunuz o mâlum diziye lânet okumak, yapımına emek ve para verenleri çarmıha germek yerine yapılabilecek çok daha mânidar bir iş var.
Önce, dünkü Yeni Şafak gazetesinde Ali Murat Güven'in, "Yalnızca Çekilmesi Bile Başlıbaşına Bir Devrim Olan Cesur Film" adlı yazısının tamamı okunmalı. Hayli uzun olduğu için size bu yazıdan bir tadımlık paragraf iktibas edebiliyorum; diyor ki Ali Murat Güven: "Dincinin de solcunun da laikçinin de en bağnazını böylesine dostça kolkola girmiş, 'Hacı Fellini' lâkaplı Mehmet Tanrısever'e koro hâlinde saldırırken gördükçe, 'Minyeli Abdullah'tan sonra bir kez daha tarih yazmayı başardın be çılgın adam, helâl olsun sana!' demekten kendimi alamıyorum."
Ali Murat kardeşim "Hür Adam" filminden bahsediyor ve bu filmi göstermeyi reddeden sinema salonları listesi diye bir belgenin varlığından haberdar ediyor bizi. Şu satırları çok anlamlı ve önemli: "Önceleri satır satır yayımlamayı düşündüğüm, fakat ülkedeki huzur ortamının bozulmaması adına içeriğini ifşâ etmekten son anda vazgeçtiğim o belgede İstanbul'dan Şırnak'a kadar uzanan genişçe bir havzada, hiçbir ticarî ve hukukî gerekçeleri bulunmamasına, hattâ iki haftalık hasılatları 'peşin ödeme' yöntemiyle garanti edilmesine rağmen filmi göstermeyi reddeden irili ufaklı birkaç düzine salonun isimleri sıralanmış durumda..."
Evvelâ sıcacık evlerimizin rahat koltuklarında bedava "dizi" seyretme konformizmine karşı çıkıp, "Hür Adam" filmi nerede, hangi salonda ise erinip-üşenmeyip gidip seyredeceğiz. (Bu tavsiye en çok benim canımı acıtıyor ama yerine getireceğim inşallah!) Filmi beğendiysek eşimize-dostumuza da tavsiye edeceğiz; beğenmediysek, eleştirdiğimiz hususları filmin emektarlarına -ama illâ ki- ileteceğiz.
Meseleye ciddiyetle sahip çıkmalı; eğer bir "dâvâ"mız varsa ve yeryüzünde "Biz de varız" diyebilmek istiyorsak, sinemayla, müzikle, fikirle, edebiyatla, yayıncılıkla, animasyon teknikleriyle irtibatımızı gözden geçirmeliyiz, bu alanlara artık ciddi yatırım yapmalıyız. Evlâtlarımıza artık sadece ekonomi, işletme, finans, siyaset bilimi, hukuk okutmakla yetinmemeli, onları sanat eğitimine de yönlendirmeli, okkalı burslar vermeli, sermaye yatırmalıyız.
Bizim en mühim eksikliğimiz bir sinema dili kurabilmektir ve bu dil, sinemaya yan gözle bakarak inşâ edilemez; bugüne kadar hep "hayırsız, serseri, müz'iç evlat" nazarıyla baktık sinemaya; bu vâdide emekleyen yapımları tesâdüf eseri kabul edip "Ah keşke bizim de Çağrı filminin kalitesine erişmiş yönetmenlerimiz, senaryocularımız ve sinema altyapımız olsaydı" diye iç geçirdik. Arada-sırada sinemaya uzak duran dindar kitleyi salonlara çekmeyi uman şeyler yapılmadı değil ama onlardan ikinci bir Çağrı olmalarını beklemek, istavrit oltasıyla orkinos yakalamayı ummak gibi bir şeydi.
Karanlığa küfretmeyelim, yerimizden kımıldayıp şu filmi görmeye gidelim; takdirlerimizi, eleştirilerimizi esirgemeyelim ki ikincisi, üçüncüsü ve benzerleri de çekilebilsin.
Hep söyler dururuz, "Bizim tarihimizden ne filmler çıkar ama!" diye ballandırır dururuz; artık niçin böyle filmler çıkaramadığımızı, bu bakışla daha sittin sene çıkaramayacağımızı da farkedelim. Başkaları yapıyor, burun kıvırıyoruz, iş başa düşünce kekelemeye başlıyoruz. Aslında o kadar bitik sayılmayız; az sayıda adam var "yeni bir sinema dili" aramaya çalışan; onları görelim, "Yaptıklarını takib ediyoruz; daha iyisini bekliyoruz" diye kırbaçlarımızı sırtlarından eksik etmeyelim! Artık bir şeylerin "anti"si olmakla yetinmeyip, kendi tezimiz üzerinde çalışalım.
Bediüzzaman'ı doğru-dürüst değil, yanlış ve kötü tanıyan, hiç tanımayan milyonlarca insan var bu memlekette; tanımak, haberdar olmak onların da hakkıdır.
Haydi bakalım, sinemaya gidiyoruz; "Hür Adam"a...