Ne konuştuğunu bilmiyor
Korkarım, hayal kırıklığına uğratacak sizi... Başyazar ve “ceo” desteğinizi boşa çıkaracak... Bir kez daha üzecek...
Hayır, elbette “yandaşı” olabilirsiniz.
Herkes bir şeylerin yahut bir yerlerin yandaşıdır... Herkesin tuttuğu bir takımı, oy verdiği bir partisi, dinlediği bir Fazıl Say’ı, sözüne itibar ettiği bir Emre Kongar’ı vardır ve haddizatında böyle de olmalıdır.
Sorun, yandaşı olduğunuz partide ve genel başkanında...
Problematik potansiyeli yüksek bir parti bu... Devlet tarafından kurulmuştur. Başat görevi, “devletin doğrularını seslendirmek, halkı devletin tasarruflarına ısındırmak ve eğitim yoluyla (daha doğrusu, eğitim dikte ederek) insanları hizaya sokmak”tır.
Bu partiyi bürokratlar kurmuştur, bürokratlar yaşatmıştır.
İnisiyatif halkın eline geçince de, kendi bürokratik alanına hapsedilmiştir.
Şimdi bütün çaba, partiyi “bürokrat ocağı” olmaktan çıkarıp, halka ait bir “dergâh” haline getirmek...
Olacak mı?
Korkarım olmayacak.
Binbir emek ve komployla partinin başına getirilen şahıs (Kemal Kılıçdaroğlu), başlangıçta umut vermiş, halka daha yakın bir görüntü çizmişti ama süreç içinde memur alışkanlıklarına teslim oldu.
Çünkü, yapıp ettiği her şey, “devlet alanını” savunmaktan ibaret.
Muhtemelen buna, “Halkın diliyle konuşacaksın... Halkın anlayacağı sözcükleri kullanacaksın ve basit cümleler kuracaksın” demişlerdir.
O da öyle yapıyor.
Basit cümleler kuruyor, halkın anlayacağı dilden konuşuyor ama söylediklerinin tümünden ortaya çıkan şey anakronik bir “devlet dili” oluyor... Demek ki, bazı şeyler genetikle ilgiliymiş.
Bir de, insan ne konuştuğunu bilir, değil mi?
Kemal Bey ne konuştuğunu, söylediklerinin nereye gideceğini, nasıl inikas bulacağını, halkta ne tür “karşılıklar” yaratacağını da bilmiyor.
Önceki gün, Sakarya’da, bir sendikayı ziyaret etmiş ve “Ben de sizdenim. İşçi haklarını temsil ediyorum. Temiz ve dürüstüm. Bu memlekette bir de temiz bir adamı deneyin, düzgün bir adamı deneyin. Kul hakkı yemeyen adamı deneyin...” filan gibi laflar etmiş.
Konuşmasının tümünü ajanstan okudum.
Bir siyasetçi, “Ben temiz ve dürüstüm” diye oy ister mi?
Politikasını, zımnen “öteki”nin “kirli” ve “sahtekâr” olduğu kabulüne dayandırır mı?
Demek ki, Kemal Bey’i seçmeyenler, bir kez daha, “temiz ve dürüst bir adamı deneme fırsatını” ıskalamış olacaklar... Bu da, halk açısından, ortadaki cari “sahtekârlığa” ve “kirliliğe” ortakçı yazılmak anlamına geliyor.
Böyle mi anlamalıyız.
Konuşmasının bir yerinde “inanç” ve “kimlik” konularına girmiş.
Şöyle diyor: “1960’lı yıllarda ABD’de siyahbeyaz ayrımı vardı. Ancak gelinen noktada bir siyahın başkan olduğunu görüyoruz. Onlar birleşti, biz ayrışıyoruz...”
İyi, değil mi?
İyi de, ABD’nin 1960’larda aştığı meseleleri, bizim 2011 yılında aşamamamızın nedeni sensin...
Bin dereden su getirip “Kürt” ve “Alevi” demeyeceksin, başörtülü kızları merdiven altına hapsedeceksin, “inanç özgürlüğü” diyenlere “Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın bağlayıcı kararlarını” hatırlatacaksın, sonra da memleketten “Obama’lar yaratan birleştirici performans” bekleyeceksin!
İnsan, lafının nereye gideceğini bilmez mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.