Kur’an-ı Kerimi Anlamanın Zaruri Şartları
İSLâM'ın temel hedefi; Allahû Teâlâ (cc) ile insan arasında en güzel bağı kurmak ve Onun razı olacağı bir hayatın yaşanmasına vesile olmaktır.. Şüphesiz İslâm'ın başka hedefleri de vardır. Ancak tâli hedefler, temel hedefe tabi kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de yer alan her hüküm, insanlık için rahmet ve hüccettir. Bu hakikat muhkem nassla sabittir::"Bu (Kur’an) öyle bir kitaptır ki (bütün) insanlar, iznimizle karanlıklardan nura, o yegâne galip, hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarmak için, onu sana indirdik" (İbrahim Sûresi: 1). Tarih boyunca, bütün müslümanlar "Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini anlamaya ve hayatlarını O'na göre düzenlemeye gayret etmişlerdir. Değişmeyen mutlak ölçü, Allahû Teâlâ’nın (cc) kitabıdır.
Tarih boyunca ‘insanların Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini anlayamayacağını’ iddia eden, hiçbir alim yoktur. Ancak ideal ile realite arasında, bazı incelikler vardır. Bir kimsenin “ İnsanlar uçak kullanabilirler" dediğini farz edelim. Aklı başında olan hiç kimse, buna itiraz edemez. Ancak bu ifade yer alan " İnsanlar" tabirinin, uçak kullanabilen pilotlarla sınırlı olduğu malûmdur. Zira bir insanın uçak kullanabilmesi için; hem nazari, hem pratik eğitimini tamamlaması gerekir. Allahû Teâlâ (cc) Kur'an-ı Kerim'den önce de kitaplar indirmiştir. Müslümanların Hz. Musa (as)'ya indirilen Tevrat'ın ve Hz. İsa (as)'ya indirilen İncil'in nasıl tahrif edildiğini bilmeleri gerekir.. Kur'an-ı Kerim'de kitap ehlinin; ayetlerde yer alan kelimelerin yerlerini değiştirdiği, gizlediği ve hakikatleri tahrif ettiği haber verilmiştir. Son yıllarda ehli sünnet ve'l cemaat yolundan ayrılan bazı kimseler; geleneksel müslümanlığı değil "Kur'an'daki İslâm"ı esas aldıklarını söylemeye başlamışlardır. Arapça bilmeyen, tefsir usûlünü hafife alan ve Türkçe meallerden okuduklarını hevâlarına göre yorumlayan bu kimselerin, içinde bulundukları hali tefekkür etmeleri zaruridir. Muhakkak ki 'Kur'an'daki İslâm'ı” öğrenmenin de zaruri şartları vardır. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'in dili, Rasûli Ekrem'in (sav) lisanı olan Arapça'dır. Bu hakikati ifade eden muhkem ayetler vardır. Meselâ: "Şehirlerin anası (halkı)na ve etrafında bulunanlara gelecek tehlikeleri haber vermen ve hakkında hiç şüphe bulunmayan hesap gününün dehşetiyle korkutman için sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik"( Eş Şura Sûresi: 7.) hükmü beyan buyurulmuştur.(1) İmamı Şafii (rh.a) "Er Risale" isimli usûl kitabında:"Şehirlerin anasından kasıd Mekke'dir. Mekke; Resûli Ekrem (sav)'in ve kavminin beldesidir. Allahû Teâlâ (cc) Mekke şehrini ve orada mukim olanları, kitabında hassaten zikretmiş ve kendilerini tebliğ (inzar) edilmişlerden kılmıştır. Ayrıca Allahû Teâlâ (cc) onların Arapça ile uyarılmasına hükmetmiştir. Arapça; hem Rasûli Ekrem (sav)'in, hem kavminin lisanıdır. (...) Hiç kimse Arapça'nın inceliğine, vecih çokluğuna, manâların bütünlük ve ayrılmazlık kurallarına vakıf olmadan, Kur'an ilmini açıklayamaz"(2) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir.
Tefsir uleması:" Arapça bilmeyen bir kimsenin, Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmeye kalkması helâl değildir"(3) hükmünde ittifak etmiştir. İmamı Şâtıbi, Kur'an ve Sünneti anlamada insanları şu şekilde tasnif etmiştir:: "Arapça'yı anlamada mübtedi olan mükellef, Kur'an ve Sünneti anlamakta da mübtedî hükmündedir. Arapça'yı anlamada orta seviyede olan kimse, şeriat'ı anlamada da orta seviyededir ki, bu kimse zaruri olan safhaya ulaşamamıştır. Arapça'yı bilen ve inceliklerine vakıf olan kimse, şeriatı doğru olarak anlama kaabiliyetine haizdir. Dolayısıyla onun anlayışı; tıpkı sahabelerin ve alimlerin anlayışları gibi hüccet (delil) olur.. Bunların seviyesine ulaşmayan kimselerin Şeriat'ı anlama konusunda da anlayışları, kendi seviyeleri nisbetinde eksik olur. Anlayışı eksik olan kimsenin görüşü; hem hüccet olamaz, hem başkaları tarafından kabul edilemez.(4)
Allahû Teâlâ (cc)'nın kitabını tefsir edebilmek için, Arapçayı iyi bilmek zaruri bir şarttır, fakat yeterli değildir. Lügat bilgisine sahip olan insanların; akli tercihlerine ve şahsi kanaatlerine dayanan keyfi yorumlarının sonuçları ortadadır. Haricilerin önde gelenleri; "Lâ hükme illâ lillah" ayetini şahsi kanaatlerine göre yorumlamış ve Sıffîn savaşı esnasında hakemin hükmüne razı olduğu için, Halife Hz. Ali'yi (ra) tekfir etmişlerdir. İlmi esaslara riayet etmeden Kur'an-ı Kerimi tefsir etmeye çalışanlarla ilgili olarak Rasûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kim Kur'an-ı Kerim'i şahsi reyi ile (hiçbir ilmi delile dayanmadan) tefsir ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın"(5) Nassları şahsi kanaatlerine göre tevil eden kimseler; isabet etseler bile, usûl açısından hata etmiş olurlar.(6)
Tarih boyunca Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması meselesiyle ilgili değişik tezler ortaya atılmıştır. İbn Haldun "Mukaddeme" isimli eserinde "Kur'an Arap lisanı ile onların konuşma lisanındaki üslupları üzere nazil olmuştur. Bunun için onların hepsi de Kur'an-ı Kerim'i anlıyordu. Hem kelimelerin manasını, hem terkiplerin keyfiyetini biliyorlardı" tezini ortaya atmıştır. Bu teze "Et Tefsir ve'l Müfessirûn" isimli eserin müellifi İmamı Zehebi itiraz etmiş ve şöyle demiştir: "Meselenin hakikati, İbn Haldun'un iddia ettiği gibi değildir. Kur'an-ı Kerim'in Arapça olarak indirildiği sabittir. Ancak bu hakikat, her Arab'ın onu anlamasını zaruri hale getirmez. çünkü Kur'an-ı Kerim'i anlamak için, sadece Arap dilini bilmek yeterli değildir. Ashab-ı Kiram'ın, Kur'an-ı Kerim'de geçen kelimelerin manâlarını aynı seviyede anladıkları da iddia edilemez.. Ebu Ubeyde'nin "Fedâil" isimli eserinde Hz. Enes (ra)'dan naklen anlattığı olay, bunun delilidir. Hadise şudur: Hz. ömer (ra), minberde Abese Sûresinde geçen bir kelimeye takılmış ve 'Ayette geçen "fâkiheten"i anlıyoruz fakat "ebbâ" ne demektir. Bunu araştırmak zahmetli bir iştir. İçinizde bilen var mı? " sualini sormuştur. Orada bulunanlardan birisi, bunun "yaş meyve" manâsına geldiğini ifade etmiştir.(7) Hz. Abdullah İbn Abbas (ra), "fatır" kelimesinin manâsını başkalarına sormuş ve öğrenmiştir.(8) Sahur vaktini mecaz yoluyla açıklayan : "Beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin için." (Bakara: 187) âyetinin keyfiyetini sahabe'den bazıları anlayamamıştır. Beyaz ve siyah ipliğin kastedildiğini zanneden ve yastığının altına bu iplikleri koyan Hz. Adiy (ra) bunlardan birisidir. Vaktin bu usûlle tesbit edilmesinin mümkün olmadığını gören Hz. Adiy, durumu Peygamberimiz Efendimiz’e (sav) sormuştur. Aldığı cevap sayesinde; mecazın keyfiyetini öğrenmiş, beyaz ve siyah iplikten kasdın "gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığı" olduğunu anlamıştır.(9). İmam Zehebi, asr-ı saadette meydana gelen bu hadiseleri naklettikten sonra; "İbn Haldun bunlara ne cevap verebilir?" demiş ve onun "Bütün Araplar, Kur'an-ı Kerim'in manâsını aynen anlıyorlardı." iddiasının doğru olmadığını ifade etmiştir.(10)
İmam-ı Zemahşeri, Kur'an-ı Kerimin anlaşılması meselesi ile ilgili olarak şu tesbitte bulunmuştur: "Kur'an-ı Kerim’de yer alan ayetlerin tamamı muhkem olsaydı ve araştırmaya ihtiyaç olmadan anlaşılabilseydi; Ashab-ı Kiramın, bazı kelimelerin manâsını Peygamberimiz Efendimiz’e (sav) sormaları caiz olmazdı. Bu durumda insanlar bütün ayetleri kolaylıkla anlar, araştırmaya, incelemeye ve akıl yürütmeye ihtiyaç duymazlardı. Dolayısıyla alim ile cahilin veya ilim ile cehaletin farkı ortadan kalkardı.(11) Bunun aklen veya naklen doğru olduğunu söylemek caiz değildir. Allahü Teâlâ (cc) " ilim sahiplerinin derecelerini yükseltileceğini" (El Mücadele Sûresi:12) haber vermiş ve alim olan kimselerin vasıflarını zikretmiştir. Rasûl-i Ekrem’in (sav) insanları ilme teşvik ettiği ve "Allah, kime hayrı dilerse onu dinde fakih kılar" buyurduğu da sabittir.(12)
Kur'an-ı Kerim'de; Rasûl-i Ekrem’e (sav) sorulan bir sual veya meydana gelen bir hadise sebebiyle inzal edilen âyetlerin varlığı malûmdur. Bunların nüzul sebeblerinin bilinmesi zaruridir. Elbette herhangi bir sebebe bağlı olmadan indirilen ayetler de vardır. Bunların hususi değil, umumi bir nüzul sebebi vardır. Elbette Sahabe-i Kiram döneminde tefsir ilmi, ayetlerin nüzûl sebeblerini bilmekle sınırlı değildir. Fakat bunun önemli bir unsur olduğunu söylemek mümkündür. Fakih sahabelerden Hz. Abdullah b. Mes'ud’un (r.a.) "Allah'a yemin ederim ki, Kur'an-ı Kerimde bulunan ayetlerin kim için, hangi hadise üzerine ve nerede nazil olduklarını en iyi bilenlerden birisi benim"(13) şeklindeki ifadesi, bu unsurun önemini ortaya koymaktadır.
Ebû'l Hasan El Vahidi, tefsir ilminde sebebi nüzulün ehemmiyetini belirtmek için "Bir âyet-i kerime’nin anlaşılması; ona âit hâdiseye vâkıf olmadan ve nüzul sebebini bilmeden mümkün olamaz"(14) demiştir. Ayetlerin nüzul sebeblerini bilmek, teşri hikmetinin kavranması ve doğru tesbit edilmesi için bir vesiledir.. Bir âyet-i kerime’nin nüzul sebebini bilmek, kastedilen manânın kolaylıkla anlaşılmasını ve şüphelerin izale edilmesini saglar. Meselâ; Şarabın haram kılındığını bildiren âyet (El Maide Sûresi: 90) nazil olunca; bazı sahabeler Rasûl-i Ekrem'e (sav), "Bu ayet inzal olmadan evvel şarap içen ve sarhoş iken ölen kardeşlerimizin durumu nedir? " sualini sormuşlardır.(15) Bu sual üzerine "İman edip, güzel amel işleyenlere, taddıklarından dolayı hiç bir günah yoktur" El Maide Sûresi: 93.) âyeti nazil olmuştur. Bir rivayete göre; sualden haberi olmayan bazı sahabeler, bu âyet ile şarabın yeniden mubah kılındığını zannetmişlerdir.(16) Buna benzer bazı hadiseleri, İmamı Şâtıbî "El Muvafakat " isimli eserinde zikretmektedir.(17) Bir ayetin nüzul sebebi; ihtiva ettiği hükmün tahsis veya hasr edilmesine vesile olabilir. Meselâ: El Mücâdele sûresi'nin başında yer alan zıhâr âyetleri; sahabe-i kiram'dan Evs b. Sâmit'in; karısı Havle bintü Salebe'ye kızması ve "Sen bana annemin sırtı gibi ol!.." diyerek, evi terketmesi üzerine nazil olmuştur.(18) Bu hadiseden sonra Hz. Havle bintü Salebe (r.Anha); Rasûl-i Ekrem’in (sav) huzuruna defalarca çıkmış, "fakirliğini, ihtiyarlığını ve çocuklarına bakacak durumda olmadığını" beyan ederek, buna bir çare bulmasını istirham etmiştir. Bunun üzerine: "Zevci hakkında seninle direşip duran ve (içinde bulunduğu halden) şikayet etmekte olan kadının sözünü (umulduğu vech ile) Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zaten işitiyordu." buyurulmuş ve zıhar yapan kimseler ile ilgili hükümler indirilmiştir. Bu âyetlerin muhtevi olduğu hükümler, öncelikle bu kimseler ile ilgilidir. Bunların haricinde kalanların durumunun tesbiti, istinbat ve kıyas ile mümkündür. Nüzul sebebinin bilinmesi, hikmetin ve illetin kavranmasına vesiledir.(19) Bir Ayet-i Kerime’nin; kimler hakkında (mü'min, müşrik, münafık, kafir vs.) veya hangi hadise üzerine nazil olduğunu öğrenmek, hataya düşmeye engel olur. İmamı Bukeyr; hocası Hz. Nâfi (rh.a)'ye " Hz. Abdullah İbn ömer'in Haruriyye fırkası hakkında görüşü nedir?" diye sormuş ve şu cevabı almıştır: Ben Hz. Abdullah b. ömer'in "onları Allah'ın mahlukatının en şerlisi olarak görüyorum. Zira onlar, kâfirler hakkında nazil olan âyetleri, mü'minler hakkında nazil olmuş gibi gösteriyor ve tekfir etme yoluna gidiyorlar" dediğini işittim.(20) Günümüzde de bilmedikleri için, aynı hataya düşen müslümanların varlığını inkar etmek mümkün müdür?
Kur'an-ı Kerim'de, muhkem olan ve manâsı herkes tarafından anlaşılabilen (müfesser) âyetler bulunduğu gibi, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ve O'nun varisleri hükmünde olan alimlerin açıklamaları zaruri olan mücmel âyetler de vardır. Mutlak anlamda müteşabih olan âyetlerin manâsını kavramak ve izah etmek mümkün degildir. İzafi anlamda müteşabih olan âyet-i Kerimelerin, zaman ve ilmin ilerlemesi ile anlamak mümkündür. Son yıllarda ‘Kur'an-ı Kerimin tamamının muhkem olduğunu iddia edenlere rastlandığı gibi, tamamının mücmel olduğunu ifade edenlere de rastlanmaktadır. Sübûtu açısından değil, farklı keyfiyetleri ifade açısından muhkem ve müteşabih âyetlerin bulunduğu nassla sabittir: "Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onda bir kısım ayetler muhkemdir ki, bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne çıkarmak, kendi arzularına göre yorumlamak için O’nun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onların tevilini Allah'dan başkası bilemez. İlimde yüksek makama erenler 'Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır' derler. Bunları ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlarlar." (Ali İmran Sûresi:7) Bu âyeti kerime, Hz. Peygambere (sav) gelen Necrân hıristiyanlarından bir grubun, "Siz Hz. İsâ için, O Allah'ın kelîmidir' diyorsunuz, bu bize kâfidir" diyerek demagoji yapmaları üzerine nazil olmuştur.(21) Ancak hükmü umumidir. Bu âyetle ilgili olarak Hz. âişe (r.anha) validemizden rivayet edilen bir hadîste, Hz. Peygamber (sav) müteşabih âyetlere uyanlardan sakınılmasını tavsiye etmiştir:" Rasûllullah bana "YaAişe!.. Kur'an'ın yalnız müteşabih ayetlerine uyanları gördüğünde, onlardan sakın" tavsiyesinde bulundu.(22) Tarih boyunca başta Haricîler olmak üzere; Mutezile ve Cehmiyye gibi fırkalara mesup olan kimselerin, mücmel ve müteşabih âyetleri, kendi kanaatlerini takviye için istismar ettikleri bilinmektedir.(23) Günümüzde usul ilmine vakıf olmayan, tefsir ile tevil arasındaki farkı kavrayamayan bazı kimselerin, kendi şahsi kanaatlerini 'Kur'an Müslümanlığı' sloganı ile pazarlamaya çalıştıkları malumdur. Allahu Teala'nın kitabının tefsirini ve te'vilini öğrenmek isteyen her mükellefin, elinden gelen bütün gayreti sarf etmesi, sabır ve azim noktasında hassasiyet göstermesi zaruridir.
__________________________
(1) Kur'an-ı Kerim'in Arapça olarak nazil olduğuna dair ayetlerden bazıları şunlardır: Er Ra'd Sûresi: 37, Fussilet Sûresi: 44, Eş Şura Sûresi: 7, Ez Zümer Sûresi: 28, Ez Zuhrûf Sûresi: 13, İbra him Sûresi 4, En Nahl Sûresi: 103.
(2) İmamı Şafii- Er Risale- Kahire: 1979 ( 2 bsm) Sh:48 vd. Madde: 166-169.
(3) İmamı Alûsi - Ruhû'l Meâni - Beyrut: 1974 C: 1 Sh:5.
(4) Ebû İshak Eş Şatibi - El Muvafakat fi Usûli'şşeria- Kahire: ty C: 4 Sh: 83
(5) Süneni Tirmizi- İst: 1401 C: 5 Sh: 199 Had. NO: 2951.
(6) İmamı Suyutı -Miftahû'l Cennefi İhtica'c Bi's Sünne- Beyrut:1987 Sh:62
(7) İmamı Taberi - El Cami li Ahkamû'l Kur'an- Kahire: 1388 C:17 Sh: 60 Ayrıca İbn Kesir- Tefsirû'l Kur'ani'l Aziym- Beyrut: 1969 C: 1 Sh:5
(8) İmamı Kurtubi - El Camii Li Ahkamû'l Kur'an- Kahire: 1979 C:l Sh:69
(9) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K.Tefsir, 228; Ayrıca Süneni Nesai - K. Siyan, 29
(10) İmamı Zehebi- EtTefsir ve'l Müfessirun- Kahire: 1978 C: 1 Sh:35.
(11) İmamı Zemahşeri - El Keşşaf- Beyrut: 1947 C: 1 Sh:412
(12) Sahihı Buharî - İst: 1401 K. İlim: 10
(13) Ez Zerkani - Menahü'û'l İrfan fi Ulûmi'l Kur'an- Kahire: 1372 C: 1 Sh:102, Ayrıca İmamı Suyuti- El İtkan fi Ulûmi'l Kur'an- Kahire: 1368.C:1 Sh:9.
(14) El Vahidi - Esbâbû'n Nüzul- Kahire: 1315 Sh:4.
(15) Sahihi Buhari - İst: 1401 C: 6 Sh: 68, Ayrıca İbni Kesir - Tefsirû'l Kur'an'il Aziym- Beyrut: 1969 C: 2 Sh:9597.
(16) İmamı Suyuti- A.g.e. C: 1 Sh: 29.
(17) Ebû İshak Eş Şatibi- El Muvafakat fi Usûli'şşeria - Kahire: ty C: 3 Sh:349
(18) Mecmuatû'tTefasir- İst: 1979 C: 6 Sh: 194 vd, İbni Kesir- A.g.e. C:4 Sh: 318,
(19) Ez Zerkani- A.g.e. C:1 Sh:106.
(20) M. Cemaleddin El Kasimı - Mehasinu't Te'vil- Kahire: 1376 C: 1 Sh: 38.
(21) Kâdî Beydâvî- Envâru't Tenzîl ve Esrâru't Te'vîl- İstanbul. 1285 C. 1, s. 193 Ayrıca Alî b. Ahmed al Vâhidî- A.g.e. Sh: 68,
(22) İmam Bedrüddin-i Aynî - Umdetu'I Kari li Şerh Sahîhi'l Buhârî- İstanbul: 1308.C,8, Sh:516,
(23) Zeyneddin Ahmed Zebîdî- Tecrîdi Sarih- lstanbul:1945. C: 11 Sh: 75, Ayrıca Bedrüddini Aynî- A.g.e.C: 8 Sh:517