Ucube, içki vs...
Dün sabah, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün düzenlediği bir toplantıda,
15 kadar kanaat önderi olarak "Türkiye'nin kamu diplomasisi" üzerine bir beyin fırtınası yaptık.
Toplantıda, kamu diplomasisi çerçevesinde, Türkiye'nin dünyaya verdiği imaj ve oluşan algı açısından iç tartışmalar da gündeme geldi.
Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan'ın oluşturduğu marka değerinden de yola çıkarak 'içki, heykel, ucube, tıksırıncaya kadar' gündemlerinin algılar üzerindeki etkisi değerlendirildi.
Aşağı yukarı birleşilen nokta, bu gündemlerin pozitif algı oluşturmadığı yönünde oldu.
Ben de, bu tartışmaların ne Türkiye ne de Tayyip Erdoğan ve AK Parti açısından pozitif imajı besleyen nitelik arz etmediğini düşünüyorum.
Evet, heykel konusundaki tavır, sanat karşıtlığı anlamına gelmez, içki ile ilgili düzenleme, yasakçılık değildir, Muhteşem Yüzyıl'la ilgili tartışma, sanata mesafeli durulduğunun göstergesi olamaz.
Ama bütün bunların varıp, ön yargılara, başka arka planlara monte olduğu ve negatif algıyı beslediği de açık. Zaten öyle olduğu içindir ki, savunma konumunda kalınıyor, birçok şeyi yeniden yeniden izah etmek zorunluluğu doğuyor.
Ben, Tayyip Erdoğan'ın marka değerinin, bu tür meselelerle gölgelenmesinin, kendisi ve ülke açısından doğru olmadığını düşünüyorum. Tayyip Erdoğan'ın ve AK Parti'nin, çok daha kapsayıcı bir dil ile Türkiye'nin iç sancılarının tedavisinde çok pozitif roller oynayacaklarına inanıyorum. Aslında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının, böyle bir hassasiyetle yola çıktıklarını da düşünüyorum. Alevilik, Kürt meselesi, gayrimüslim azınlıklar konularında gösterilen hassasiyet de böyle bir misyonu başta üstleniyor olmanın sonucu. Seçim sath-ı mailinde, o kapsayıcı dil konusunda -çatışmacı dil kitlelerin motivasyonu noktasında ne kadar cazip görünürse görünsün- bir kere daha düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Liberal diyet
"Liberaller" dendiğinde Türkiye'de ne kadar kapsayıcı bir tanımlama yapılmış olur bilemiyorum, onun için "liberal diyet" dendiğinde de bunun bütün liberallerin tavrını kapsadığı anlamı çıkmıyor.
Liberal yazarlar zaman zaman hükümetin yanında yer alıyor zaman zaman da karşısında. Bu son derece tabii. Hiç kimse liberallerden, hükümet çizgisine angaje olmalarını bekleyemez. Doğru olan, genelde bir yazarın bağımsız tavır sergilemesidir.
Ama zaman zaman ortaya "liberal diyet" diye bir olgu çıktığı kanaati de oluşuyor ilişkilerde. "Seni destekledik, borcunu öde, yoksa sana ibretialem olacak bir dayak atarız" türünden bir üslup. Tepeden bir bakış. En doğruyu biliyor, gösterisi. Bu, şık durmuyor. Bu, bir yerde Ömer Seyfettin'in "Diyet"indekine benzer şekilde, kolunu kesip "Al diyetini" deme noktasına sürükleyebiliyor. Doğrusu hükümet, politika inşa ederken herhangi bir sade insan kadar rahat olmayabilir. "Sırtında yumurta küfesi taşıma" psikolojisi, hükümetleri her zaman etkileyen bir psikolojidir. Bazen insan, kendisini "Ben olsam, Türkiye'de toplumdan destek almak şartıyla nasıl bir politika izlerdim" diye sorgulamalı kanaatindeyim. Türkiye'de, toplumla "liberal" ilişkinin de, siyasi karşılığına dair deneyler yaşanmamış değildir. O deneyler çok da yüz güldürücü olmamıştır.
Stattaki ayıp
Evet bu, resmen ayıptır. Bu, stadın karanlığına gömülmüş yüz kızartıcı bir davranıştır. Bunu yapanlar Galatasaraylı ise kendilerine yapılan bir hizmetin üzerine tükürmektir.
Bu, insanlık değildir. Başbakan'ın o stada en küçük bir hizmeti geçmemiş olsaydı bile sizin stadyumunuza gelmiş bir konuğu ıslıklamak, en küçük bir terbiyeden nasip almamışlıktır. Bir
Anadolu köylüsünün çok sade insanlığından eser yoktur bu davranışta. Bunu bir de, size dünya çapında bir hizmet sunmuş insana yapıyorsanız, ne demeli ki...
Başkan Polat özür diledi, takım adına Arda özür diledi ama işi temize çıkaracak olan bu değil ki...
O tribünlere çıkan insanlar asıl, yüreklerini temize çıkarmalı.
Orada hem Başbakan'ı ıslıklayıp hem de evine gidip rahat uyuyan adamdan söz ediyorum. O adam mıdır? O adam, 50 bin kişinin içine girip, bir maçı medenice seyredebilecek kalitede bir adam mıdır?
Maganda diyoruz ya... Hani düğünde, dernekte aklına esen yere ateş açan adam... İşte odur orada karanlığın içine gömülüp Başbakan ıslıklayan adam.
Başbakan'ın duygularının yaralanması çok tabii. Başbakan'ın, "Bu mu yapılmalıydı" diye sorması çok tabii.
Ama ben, bir başka jestle, o işi yapanları utandırmak gerektiğini düşünüyorum. Bu çirkin olaydan hiç olmazsa bir "utanma" kazancı çıksın diye... O işi yapan arsızca sırıtmak yerine, hiç olmazsa bir kere yutkunsun diye...
-Ne yapalım, Galatasaraylılar'ın canları sağolsun, gibi bir jestle...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.