Hilâlin dönüşü
Cezayir, Tunus, Libya, Mısır... Şu sıralar Akdeniz’in öte yakasında tansiyon çok yüksek... Birinci dünya savaşı öncesi Osmanlı Devleti’ni de bu haritaya dahil ederseniz, Avrupa’yı, batıyı çevreleyen kesintisiz bir hilâlden söz edebiliriz.
Hilâlin Mağrib ucu eskiden daha kuzeyde idi ve Endülüs Avrupa’nın içine doğru bir hamle ifade ediyordu. Hilâlin batı ucu Kuzey Afrika’ya doğru gerilerken, doğuda da Osmanlı hilâlinin ucu Avrupa ortalarına kadar uzanıyordu.
Avrupa hilâlle mücadele için İslâmın kalpgâhına güçlü bir hamle yaptı. Anadolu’yu aşarak karadan veya Akdeniz yoluyla Kudüs’e ulaşmaya çalıştı. Bir süre bu topraklarda hâkimiyet tesis etti. Bölgedeki haçlı varlığı kalıcı olmadı, fakat haçlı seferlerinin Avrupa’da uyandırdığı tesir sürekli oldu: “Avrupalı” kimliğinin haçlı seferlerinin mirası olduğundan şüphe yoktur.
Avrupa’nın “şark meselesi” olarak sistemleştirdiği düşünce hilâlin önce Avrupa topraklarından tard edilmesi sonra yok edilmesi idi. Bu yüzden meşhur Fransız tarihçisi Albert Sorel, 1911 yılında dilimize “Onsekizinci Asırda Mesele-i Şarkiye ve Kaynarca Muahedesi” adıyla çevrilen eserinde, “ne zaman ki türkler (=müslümanlar) Avrupa’ya ayak bastı şark meselesi başladı” der!
Endülüs’ten itibaren 5 asırlık bir mücadele var. Endülüs kaybedilirken, Osmanlı hamle halinde idi, Avrupa’nın ortalarında hilâl yükseliyordu. Endülüs’ün kaybının ardından kuzey Afrika’da hilâlin silinmemesi için karşı hamleleri de Osmanlılar yaptı. Bu yüzden Tunuslu düşünür Raşid Gannuşi’nin “Osmanlılar olmasa idi belki de hıristiyan olacaktık” demesi boşuna değildir. Osmanlılar, Fas geçici bir süre olmak üzere, bütün Mağribi 19. Yüzyıl ortalarına kadar ellerinde bulundurdular.
Avrupa 19. Yüzyılın sonunda hilâlin iki ucundan bastırmaya başladı. Fransa, Mağribden Cezayir’i, sonra Tunus’u işgal etti. Osmanlı Balkanlardan çekilmeye zorlandı. 20. yüzyılın başında İtalya Osmanlı’nın Trablus eyaletine, yani Libya’ya saldırdı.
Prensip şuydu: Hilâlden alınan topraklar asla geri verilmez!
Millî Mücadele’den sonra Lozan’da belirlenen sınırlar batıda Osmanlı devletinin ilk padişahlarının 6 asır önce çizdiği sınırların çok gerisindedir.
Türkiye, millî/ulusal bir devlet olarak tasarlanmasına ve laikliğe rağmen, yüzyıllardır sahip olduğu bir sembol olan bayrağından vazeçmedi. Yeni Türkiye’nin yöneticileri bilinçli veya bilinçsiz olarak hilâli terk etmedi.
Bunun Mağrib ülkelerinde veya güney Akdeniz ülkelerinde de böyle olduğunu söyleyebiliriz. Cezayir, Tunus ve Libya istiklâllerini kazandıktan sonra ayyıldızlı bayraklara sahip oldular. Mısır Osmanlı eyaletinden dönüşmüş bir devlet olarak üç hilâl yıldızlı bayrağı ile 1950’lere kadar geldi.
Arap nasyonalistleri devrim adını verdikleri darbelerle ülkelerinde iktidarı ele geçirdiklerinde nasyonalizmlerine uygun bayraklar çizdiler ve hilâli terk ettiler. İşin tuhafı her biri panarabizm şampiyonu olan bu liderler, araplar için farklı bayraklar dayattılar.
Mısır’ın doğusunda ve kuzeyinde sömürgelikten, manda yönetiminden istiklâle geçen Suriye, Irak gibi ülkeler de hilâl yerine yine etnik tefsirler ihtiva eden çok renkli bayraklar edindiler.
Asıl merkez sahasının, Arap bölgesinin hilâlden kaçışını neyle açıklayabiliriz?
Bunun sebebi, haçlı seferlerinde İslâm dünyası adına savaşan asıl öncü güçlerin Selçuklu/Türk unsurlar olması mıdır? Selahadin Eyyübi dahil, haçlılara karşı savaşan kahraman kumandanlar bu kategoridedir. Haçlı seferlerini Anadolu’da duraksatanlar da, Filistin’den uzaklaştıranlar da Selçuklu/Türk ve bu yapıya eklemlenen unsurlardır.
Akdeniz’in güneyinde, nasyonalist liderler hilâli toplum hafızasından silmeye çalıştılar, fakat bugün Libya’da görüldüğü gibi halk hilâli başının üstünde taşıyor! Halk hareketlerini Mağrib’de ve güney Akdeniz’de hilâlin dönüşü olarak yorumlamak yanlış olmaz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.