Bunu sen istedin
Nedim Şener ve Ahmet Şık’la ilgili linç korosuna katılmadığım, “vurun, kırın, parçalayın” diye tempo tutmadığım için, kaç gündür “yandaşlarımın” tarassudu ve ağır ithamları altındayım.
Dünyanın hakaretini işitiyorum.
En hafifi, “satılmış...”
Öyle tepkiler, öyle yakası açılmadık ifadeler, öyle suçlamalar ki... Bir kısmını ismen tanıdığım eşhas, “Ergenekon örgütü tarafından korkutulduğumu” bile ileri sürebiliyor.
Bazıları da, para aldığım iddiasında...
Handiyse ben de Kılıçdaroğlu gibi düşüneceğim, “Nerede bu örgüt? Söyleyin de gidip paramı tahsil edeyim...”
Hemen belirteyim:
Böyle bir örgüt var... Suç kalemleri ortada... Her hücremizle bu örgütle savaşmalı, darbe tertibini açığa çıkarmalı, müntesipleri teşhir etmeliyiz.
Nedim Şener’le ilgili rezervim devam ediyor ama Soner Yalçın konusunda tamamen ikna olmuş durumdayım... Bir gazetecinin “iş ve iştigal alanında” olmaması gereken ne varsa, bu arkadaşta misliyle mevcut.
Bilmem, “Ahmet Kekeç gibi lüzumsuzluklarla” uğraşmak istemeyen Ece Temelkuran hemşiremiz, isyan edip duran ruhunu bir nebze de olsa sakinleştirir mi?
Belki de, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı savunma ayrıcalığı elinden alındığı için üzülür... “Bu dünyada yalnızmış gibi yapma konforunu” terk etmek zorunda kalır ve nevrozları için yeni alan arayışlarına girişir.
Girişsin...
Nedim ve Ahmet üzerinden huysuzluk yapma imkânı tanımayacağız ona... Bu iki arkadaş üzerinden askere işmar çakma, iktidara bindirme, Beyaz Türk alanını tahkim etme, seçilmiş seçkinlere serenat yapma, Ergenekon’u sulandırma ve “en haklı isyancı” etiketini sahiplenme imtiyazı vermeyeceğiz...
Küfür dalgası “yandaşlarla” sınırlı değil elbette.
Ece Temelkuran’severlerden de nasibimi alıyorum.
Biri Twitter’ına şunları yazmış: “Ahmet Kekeç denen dallamanın Ece’ye laf atabilmesi için kendi geçmişine bakması lazım. O dallama 25 yaşında tekerleme yazarken, Ece Temelkuran ölüm oruçlarını yazıyordu. Herkes haddini bilsin...”
Serkan isimli biri...
Ne yapsam bu Serkan’ı, bilemedim.
Umuma açık bir mecrada küfrettiği için savcılığa mı versem, yoksa Ece Temelkuran’a mı iade etsem? “Al işte okurun. Sen Ahmet Kekeç gibi lüzumsuzluklarla uğraşmıyorsun ama sevenlerin bu açığını kapatıyor... Gurur duy...”
Madem öyle, an itibariyle, “ölüm oruçlarını sahiplenme ayrıcalığını” da alıyorum Ece Temelkuran’ın elinden. Bunu kendisi istedi.
İnternet’e girsin...
Ölüm oruçlarıyla ilgili Mehmet E. Yavuz’un ne yazdığına baksın...
TAYAD’a sorsun...
TAYAD’ın bültenlerini karıştırsın...
Mehmet E. Yavuz’un kimliğini araştırmayı da ihmal etmesin tabii...
Hadi yardımcı olayım kendisine:
Mehmet E. Yavuz, “dallama” Ahmet Kekeç’in müstear adıdır ve yazılarının bir kısmı “ölüm oruçları”yla ilgilidir.
Ece Temelkuran gibilerin işmar çaktığı generaller yüzünden bu kimliğin arkasına gizlendi. Üç yıl isminden, köşesinden, okurlarından ve evinden uzak kaldı.
Bunu yapmasaydı, Rahşan Affı’ndan yararlanamayacak, belki de şu an cezaevinde olacaktı.
Ek bilgi:
Dallama Ahmet Kekeç, hakkında açılmış davalarla cebelleşirken, yanında “Konsey”, “Cemiyet” ve “Sendika” adlarını taşıyan hiçbir basın kuruluşu, Ece adını taşıyan hiçbir gazeteci yoktu... Kimseyi de “Taksim alanında, boş sütun eylemlerinde, rakı bardaklı protestolarda” göremedi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.