Halife (2)
Hz. Peygamber (s.a.) vefat edince ona ait olan üç vazifeden peygamberlik sona erdi, insanların eğitimlerine rehberlik etme (irşad) vazifesi bazılarına göre sûfiyyeye, bazılarına göre de ulemâya intikal etti. Toplumun siyasi liderliği ise, adayların farklı usullerle belirlenmesi ve ümmetin o günkü imkanlara göre bey'at etmesi; yani "namzedi kabul ederek doğru yolda yürüdüğü sürece ona itaat sözü vermeleri" ile seçilmiş olan bir şahsa verildi, daha sonra bunun unvanı "halîfe" oldu. İlgili açıklamalar ve uygulamalara göre gerçek (râşid) halifede olmazsa olmaz şartlar aranırdı, bunların başında yeterlik vardı; yeterlik (ehliyet) ise "dindarlık, ilim, ahlak ve vazifeye elverişli olma bakımından mevcut namzetlerin en iyisi olmak" demekti. Yönetimi yeteri kadar yardımcı ve memur ile yürütecek olan halife ümmeti temsil eden bir heyet tarafından takip edilir, denetlenir, yanlış yaparsa doğru yola sevk edilir, yanlışta ısrar ederse vazifeden alınabilir, yeterliği ve başarısı devam ettiği sürece de vazifede kalırdı. Hz. Hasan'ın çok kısa süren halifeliği sayılmazsa babası Hz. Ali'nin vefatından sonra ümmetin başına geçen Muaviye b. Ebu-Süfyan, yukarıda özellikleri özetlenen halifelik sistemini bozdu, onun yerine saltanat ve istibdadı getirdi. O zamandan sonra da bir daha gerçek (râşid) halifelik geri gelmedi, adı halife olan sultanlar, yeterli olsunlar olmasınlar ümmetin başına geçtiler ve sultan ölmeden en yakını bir erkek onun yerine geçmeye hazır hale getirildi, ümmetin bay'atı zorla alındı, danışma göstermelik ve seçmeci oldu, İslam adına denetleme ve gerektiğinde azletme imkanı ortadan kalktı, sultanlar ancak saraydan rakipleri tarafından öldürüldüler veya tahttan indirildiler. Doğru olan, olması gereken tek ümmet ve tek yönetim iken bazen birden fazla "halifelik iddia eden adam/sultan" bulunduğu oldu.
Bugün bazı yerlerde, bir kısım müslümanın yeniden olmasını istediği halifeliğin (hilafetin) kısaca hikayesi bundan ibarettir.
Bundan önceki yazıda ülkemizde bunu isteyen ve istemeyenlerin oranlarını vermiştik. Burada ise mümkün olup olmadığı üzerinde duralım.
Bugün ümmet parçalanmış, birçok ulus devlete bölünmüştür; bir devlette birini halife yapmaya (orada hilafeti kurmaya) muvaffak olundu diyelim -ki, klasik manada halifelik kastediliyorsa bu imkansız gibidir- diğer ulus devletlerde yaşayan halkın bey'atı nasıl sağlanacak? Buna itiraz edecek gruplar ve devletler olacağına göre İslam ülkeleri arasında bir savaş mı başlatılacak?
Durum kesin ve açık olarak böyle iken Müslümanların yapması gereken, şurada burada halifeliği yeniden kurma hayalinin peşine düşmek midir, yoksa İslam ülkeleri arasında, halifeliğin mana ve maksadına bir adım teşkil edebilecek olan "tanışma, görüşme, dayanışma, birlikte ortak problemleri çözme... ve bunlar için olabilecek en uygun örgütlenme yollarını arayıp bulmak mıdır?
Bence şimdi yapılması gereken bu ikincisidir.
Müslümanın şeriatı, hayatının bütününde uygulaması gerektiği (bunun farz olduğu) hükmünde bir tereddüt yok. Ancak Allah müminleri güçlerinin yetmeyeceği ameller ile yükümlü kılmamıştır. Hangi şartta ne kadarını yapmak mümkün ise, önemli bir zarara uğramadan uygulama imkanı varsa o kadarı yapılır, imkansızlık ve normal üstü zorluk sebebiyle yapılamayan ise –imkanın hasıl olacağı zamana- ertelenir.
Gelecek yazıda ülkemizde herkese şeriatı uygulama talebini ele alalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.