Taha Kıvanç

Taha Kıvanç

Son yemek

Son yemek

Gazetelerin Ankara temsilcileri şimdi de birbirleriyle samimiler, biliyorum; benim son dönemine yetiştiğim eski temsilciler ise 'yakından öte' bir ilişki içerisindeydiler.


Çoğu aynı dönemde gazeteciliğe başlamış, bir bölümü Basın Yayın Yüksek Okulu ilk açıldığında aynı sınıflarda okumuş, meslek hayatlarında yolları sürekli kesişmiş kişilerdi...

Onların yakınlığını hep takdirle izlemişimdir.

Konuyu açmamın sebebi, geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Orhan Tokatlı'nın bana hatırlattıkları... Milliyet'in efsanevi Ankara temsilcisiydi Tokatlı. Yeleli bir aslan gibiydi, heybetliydi. Az konuşur, her mekânda baş köşeyi o işgal ederdi. Hep görev başında hayatının son bulacağını düşünmüşümdür, 100 yaşında bile temsilci koltuğunda oturacağından emin olarak...

Haftada birkaç gün de gazetesine Ankara notları geçerdi Orhan Bey. Kolay okunsa bile anlaşılması zor bir üslubu vardı; anlattıklarından çok saklamak isteyip de dayanamadığı için satır aralarına gizlediği bilgileri merak ederek okurdum yazılarını...

Üslubuna örnek olsun diye Özal'lı yılları anlattığı 'Kırmızı Arabalar' adlı kitabının girişinden hemen iki paragrafı aktarayım: "Demokrasinin 'olmazsa olmaz' kuralı olan 'saydamlık'tan nefret edilen, 'ülke çıkarı' denilerek 'zararlı' sayılan sistemlerde, 'sanal' da denilen 'hayali gerçekçilik' tekliğini koruyor. / 'Tek gerçek' yukardakilerin beyanı ve buyrukları olarak ortaya çıkıyor. Oysa hiç bir hal ve durumda 'gerçek tek değil', madalyonun bir de öteki yüzü var."

Tokatlı'nın baş köşede oturduğu ve sonuna kadar sessizliğini koruduğu yemeklerde ben de bulundum, Ankara temsilcisi olarak... Gecenin hayli ilerlemiş bir vakti, artık kalkılması gerektiğinde, gür sesiyle "Ahzab Sûresi'nin 53. âyetinin gereğini yerine getirelim beyler" diye bağırıp ayaklanırdı. Hz. Peygamber'in evine izinsiz yemeğe gidilmemesi ve yemekten sonra hemen dağılınması bir yerinde öğütlenen âyeti...

İlginç bir adamdı rahmetli.

Ankara gazetecilerinin en ünlüsü Uğur Mumcu da yeniden Cumhuriyet'e geçene kadar bir yıl kadar Milliyet'te yazmıştı. Cumhuriyet'e geçtiğinde karşılaştığı tablodan fazla mutlu olmadığı, dönmenin yollarını aradığı işitiliyordu. Tam o sıralarda suikasta uğraması yüzünden bu konudaki gerçeği hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.

Önemli olan şurası: Suikasta uğramadan 'bir ay kadar önce', Uğur Mumcu ve dört gazeteci dostu, akşam saat 20.00'dan 01.00'a kadar, bir lokantada sohbet etmişlerdi. Biri İstanbul'dan, diğer dördü Ankara'dan beş gazeteci olarak...

Celalettin Çetin'e içlerinden birinin anlatımından gecenin sonuna doğru bir 'tabanca' muhabbeti açıldığını biliyoruz. Anlatan, "Uğur'a 'tabancan var mı?' diye sorduk, var dedi" diyor... Ben bunu hemen sonrasındaki 'karar aldık' fiilini göz önünde tutarak, 'silâh üzerine yemin etme' ile açıkladım bugüne kadar...

Suikasttan yaklaşık 20 gün sonra 12 Şubat 1993 tarihli Hürriyet'te çıktı röportaj... Konu henüz zihinlerinde tazeyken...

Garip olan şu: Lokantada buluştuklarını, bir cephe oluşturma kararı aldıklarını gizlemeseler de, yemeğin katılımcıları, olayın 'silâh üzerine yemin etme' kısmına sürekli itiraz edip durdular; hatta -son yazımı yazmama sebep olacak tarzda- hiç gereği yokken konuyu yeniden açma pahasına...

Acaba bana "Oraya değil, başka yere bak" mesajını mı vermeye çalışıyorlar?

Son yemek, ne yalan söyleyeyim, esas bu yönüyle ilgimi çekiyor benim... Bir an için 'silâh üzerine yemin' önyargımı bir tarafa bırakayım ve son yemeğe başka bir açıdan yaklaşayım diyorum.

Yemekte ne konuştuklarını kısmen biliyoruz: "Türkiye'de basın bitmek ya da bitirilmek üzere; giderek yozlaşıyor çünkü... Birbirimize destek olalım..." Bilmediğimiz, bu noktaya gelene kadar neler konuştukları... Uğur Mumcu'nun o gece neler anlattığı... Anlattıklarının bir ay sonra Türkiye'yi karıştıracak suikast ile bir irtibatı bulunup bulunmadığı...

Anlattıklarından ürkmüş ve onun namına endişe duymuş olabilir diğer konuklar ve o sebeple "Uğur, tabancan var mı?" sorusunu kendisine yöneltmiş olabilirler... İçlerinden biri sonradan boşboğazlık edip dinlediklerini münasebetsiz bir yerde ağzından kaçırmış da olabilir.

Unutmayalım: Beş gazeteciden bazıları, suikasttan çok uzun olmayan bir süre önce, dönemin MİT Müsteşarı Korg. Teoman Koman'ın Bulvar Palas'taki gazetecilerle buluşmasında da vardılar. Hani, Koman'ın, bir süre önce suikasta uğramış Bahriye Üçok'tan söz açılmışken, "Yakında yeni siyasi suikastlar da olabilir" açıklamasını yaptığı buluşma...

Mumcu, "Aramızdan biri de uğrayabilir mi suikasta?" diye sormuştu o gece...

Son yemekte neler konuşulduğunu müthiş merak ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Taha Kıvanç Arşivi