Anlamsız çatışma
Türkiye’deki çatışmanın cumhuriyetin kuruluş ilkelerini savunanlarla halkın egemenliğini savunanlar arasında olduğu söylenebilir. Bu çatışma anlamlı değildir. Çünkü cumhuriyetimiz kuruluşundaki şartlar göz önünde tutulmadan, halkın eğilimlerinin gözardı edildiği söylenemez.
Tarihçi değilim ama herhangi biri olarak bazı sorulara cevap veremiyorum. Devletimizin bir kişi tarafından yoktan var edildiğini söylüyoruz. Sözlerim Atatürk karşıtlığı olarak algılanmamalıdır ama onun doğru anlaşıldığı kanaatinde değilim.
Tarihimiz Birinci Dünya Savaşı’nda aldığımız yenilgiden bağımsız olarak İstiklal Savaşı’ndaki başarımız üzerine yazıldı. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tasfiye ediliyor onun yerine bir ulus devlet kuruluyordu. Ulusumuz bölgedeki Türkçe konuşan Müslümanları kapsıyordu ama bir ırk devleti değildi. Bu ulusa verilecek en iyi isim Türk ulusuydu. Eğer o tarihte Kürt kimliği kabul edilseydi ve bir Türk-Kürt federasyonu kurulsaydı bu devlet Kuzey Irak, İran ve Suriye’deki Kürtleri de içine alacaktı. Oysa galip devletler Türkiye’nin petrolden mahrum kalmasına özen gösteriyor ve kaybettiği topraklara yeniden sahip olmaya çalışmasına yol açmamak için onu zayıf bir ekonomiye mahkum ediyorlardı.
Galip devletler cetvelle çizilen sınırlar dışında kalan eski vatandaşlarımızla her türlü bağımızın kopmasını istediler. Bu şart devletimizin kurulması için gerekli gördükleri bir şarttı ve kabul ettik. Onlarla kültürel açıdan farklılaştık.
Sözlerim galip devletlere taviz verildiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu bir pazarlıktır ve Türkiye bu pazarlıkta, günün şartları içinde, kazanan taraftır ve bugün geçmişte bizi yenip parçalayan güçlerle boy ölçüşecek duruma gelmemizin temelleri o zaman atılmıştır.
İstiklal Savaşı’nda Osmanlı ordusu ve bürokrasisi yeni siyasi gücü destekledi. Bu destek önceden hazırlanmış, halka kabul ettirilmiş bir destek değildi. Osmanlı devleti yok olurken yeni güce karşı bir tavır almadı. Yani yeni devlet bireysel kararlarla değil, yıkılmakta olan gücün yeni güce verdiği destekle kuruluyordu.
Bu sözlerle cumhuriyet ilkelerinin yanlış bir karar değil şartların bir gereği olduğunu ifade etmek istiyorum. Cevapsız kalan soru dünyadaki şartlar değiştiği halde biz neden eski şartlar devam ediyormuş gibi davranıyor ve ilkelerimizde herhangi bir değişikliği kabul etmiyorduk? Ülkeyi yönetenler eğer tavrımızda bir değişiklik olursa elimizdekini de kaybedeceğimizden korkuyor ya da kuruluşumuz bir zafere dayandığı için değişikliklerin bu zaferin ve bunun sonucunda yapılan devrimlerin inkarı anlamına geleceğini düşünüyorlardı.
Eğitim sistemimiz soru sormak üzerine değil öğrenmek üzerine kuruluydu. Özellikle tarihimiz hakkında soru sormak anlamaya çalışmak olarak kabul edilmiyor, ihanet sayılıyordu. İnsanlar için vatanseverlik tarihimizi savunmakla eşdeğer hale gelmişti.
Değişim isteyenler geçmişin büyük bir başarı olduğunu reddedip bunun gerçekleşmesi için ödenen bedelleri halka karşı yapılan bir haksızlık olarak yorumlayarak en büyük haksızlığı yaptılar. Kuruluş felsefesinden ödün vermeyenler, ödenen bedeli gözardı edip, kazancımzı yücelttiler ve daha büyük ve güçlü bir Türkiye’nin önünde bir engel durumuna düştüler. Birbirimizi anlamaya çalışalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.