Büyükelçi doğruyu söylemiyor
Gündem yine kadının örtüsü üzerinden oluşturuluyor. Ne ilginç değil mi. Binlerce kilometre ile ayrılmış coğrafyalarda Müslüman kadının tesettürü konu ediliyor aynı saat ve dakikalarda. Fransa bunu konuşuyor.. Amerika, Fransa’daki peçe yasağını gündemine alıyor. Benim Amerika’nın NPR (National Public Radio)’ında konu ile ilgili konuştuğum sıralarda Türkiye’de ABD sefaretinin Başbakan Erdoğan’a cevabı geliyor. Burka, peçe, başörtüsü, tesettür, Müslüman kadın gündemden düşmüyor. Başbakan Erdoğan bir taraftan sefarete çatıyor, diğer taraftan “başörtüsü yoksa oy da yok” kampanyasına. Gündemin garnitürü başını açmaya dünden razı AK Partili, milletvekili adayı oluyor. Vatanı, milleti, devletinin selameti ve bekası için ne gerekirse yapacak olan hanımefendi tatsız bir aperatifle gelen kekremsilikten öteye geçemiyor. Olsun bakalım... (Örtülü durduğun hata, açıver gitsin diyeceksin de diyemiyor insan işte.) O da olsun bakalım...
Gelelim Başbakan Erdoğan’la Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi arasında yaşanan atışmalara. Başbakan’dan duyduğumuz bilgiye göre gelini Reyan Erdoğan vize almak üzere sefarete gidiyor. Buradaki görevli, başı açık fotoğraf getirmesi için yakındaki fotoğrafçıya yönlendiriyor. Vizesiz dönüyor Reyan eve. Başbakan Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşmada başka şeylerin yanı sıra bunu da dile getiriyor. “Gelinime vize verilmedi!”
Neden... başı örtülü olduğu için. “Allah Allah” diyesi geliyor insanın. Fransa’dan, ne bileyim belki Almanya’dan bekler de insan ABD’den beklemez diyesi geliyor insanın... Ama diyemiyor. Çünkü biliyorum ki doğru! Çünkü bu olay bana sanki deja vu dedirtiyor.
Açıklayayım: Yanılmıyorsam 2008 senesiydi, Amerika’nın bir tatil merkezinde Müslüman Türklerden oluşan bir grupla beraberdik ailecek. Orada tanıştığımız bir genç kız kardeşimiz başörtüsü yasağı sebebiyle Amerika’ya okumak üzere geldiğini söylemişti. Sonra anlattı: Vize almak üzere ABD Konsolosluğuna gittiğinde başını açıp fotoğraf çektirmesini istemişler. Son derece de kötü bir muameleye tabi tutmuşlar. “Kimdi bunlar” diye sorduğumda “Sefarette çalışan Türklerdi” demişti. “Böyle vize alman mümkün değil. Gidip başını açacaksın, öyle fotoğrafını çektirip getireceksin” diyerek ısrar eden görevli karşısındaki üzüntüsünden bahsetmişti. Uğradığı hayal kırıklığı, yüzünden belli olan genç kıza sefaret görevlisinin bir de alaycı tavrıyla “Sadece Başbakan’ın gelinine verdik vize, o da senin gibiydi ama ona verdik” dediğini, dışarı kendini attığında hüngür hüngür ağlamaktan kendini alamadığını söylemişti. Bir süre ne yapacağını bilemeden öylece kala kalmışken cesaretini toparlamış ve Başbakan’ın konutunu aramış başörtülü genç kız. Telefonu açan görevliye durumu izah etmiş ve yardım talep etmiş. Aradan bir süre geçtikten sonra durum kendisine iletilen Başbakan aramış başörtülü kızı. Meramını aracısız ifade etme imkanı bulan genç kız yardım talep etmiş. Araya Başbakanlık girince haliyle sorun “sorunsuz” çözülmüş. “Biliyor musunuz ben buraya hiç başımı açmadan vize alarak geldim Merve Abla” diyerek başladığı hikayesini böyle tamamlamıştı.
Anlaşılan Amerikan Sefareti’nin, bir dozaj daha derse ihtiyacı varmış ki, bu sefer konuyu kamuya taşımaya karar verdi Başbakan. Şimdi büyükelçi ‘yok öyle bir şey’e getiriyor. Yok olur mu, bal gibi de var! Ama bu sefer çetin cevize çattınız! Bir kere daha!
Benim merak ettiğim şu: Amerika hâlâ Kemalistlere mi bel bağlamış durumda? Öyle olmasa bu tavır nasıl izah edilir! Seküler fundamentalizmi ayartmanın nasıl bir faydası olabilir!
NOT: İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Söylet, dün çarşaflı bir hastanın EKG çekilecekken uğradığı “kıyafet sorgusu” akabinde hiç vakit kaybetmeden soruşturma açtırmış. Türkiye’nin böyle ilim adamlarına ihtiyacı var. Teşekkürler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.