Kemalist Cumhuriyetin Derin İlahiyatçıları-2-
Türkiye Altı Ok Cumhuriyeti’nin sözcülüğü yapan protestan İslâm ilahiyatçısı Yaşar Nuri’nin, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, Süleyman H. Tunahan Hazretleri, M. Zahit Kotku Hazretleri, M. Sami Ramazanoğlu Hazretleri, Muhammet Raşit Erol Hazretleri, Hulusi Efendi ve Fethullah Hocaefendi gibi Türkiye’de Müslümanların kanaat önderi olan ve cemiyetin manevî damarlarında dolaşan zâtların mürşitliği hakkında tek cümle yazdığı vâki değildir. Çünkü “derin ilahiyatçı” görevi ve laikçi-Atatürkçü İslâm anlayışı bu hakikatleri yazmasına mânidir.
Kemalist ilahiyatçı Yaşar Nuri’nin zihnen rahatsızlığının alâmeti olarak şu sözü üstüne düşünün bakalım: “Niçin sevmezler Atatürk’ü? Kişiliği, dehası, dirayeti ve milletine imanı, aşkı vardı ondan.”
Bu sözü söyleyenin aklına, ilmine ve yakın tarih bilgisine şüpheyle bakmak lâzım gelmez mi? M. Kemal’in “milletine imanı ve aşkının olduğu” Yaşar Nuri’nin uydurduğu bir yalandır.
Millî Mücadele’ye “din-i İslâm” ve “vatan-ı İslâm” diye başlayıp sonra şedit ve kanlı Altı Ok devrimleriyle Kur’an alfabesini zorla değiştiren, kan dökerek şapka devrimi yapan, karşı çıkanları darağaçlarında sallandıran, İslâm medeniyet değerlerini reddederek manevî zulümler eden “Kemalist önderin”, “milletine imanı ve aşkı vardı” demek zamanımızın en ideolojik yalanı değil midir?
“Niçin sevmezler Atatürk’ü?” demesi de argo tabirle bir “numaradır.” Ulusalcı derin güçlere mesaj vererek varlığını pekiştiriyor. Oysa, Atatürk’ün millet tarafından niçin sevilmediğini kendisi de biliyor. Sevilmesi için sebep ve gerekçe var mıdır? İstiklâl Savaşı ve İlk Meclis’ten sonra aldatılan ve sonra laikçi inkılâplar adına zulüm gören “Hakk’a tapan millet” “önder”lerini sevebilir mi? Sevmeye mecbur mu?
Yalanlarından biri şudur: “Yıl 1932. Birleşmiş Milletler nüvesi ve ilk şekli olan Milletler Cemiyeti kurulur. Dünyanın en büyük uluslar topluluğuna katılmamız için yakın çevresi Atatürk’e telkinde bulunuyor. Cevabı şu oluyor: Bağımsızlığımıza gölge düşürecek maddeler var. Başvurmayı düşünmüyoruz...”
Oysa hakikat şöyledir: “Batı’ya kafa tutan lider” olarak yüceltilen M. Kemal bu yıllarda Amerika ile pür-ittifak hâlindedir. Amerikan Genel Kurmay Başkanı Mc. Arthur ile bizzat temas kurması, ABD elçisiyle Amerika’nın Türkiye yatırımları üzerine görüşmesi, Kemalist “önder” in “bağımsızlıkçı” olmadığını gösteriyor.
Batı’nın oyunu ile savaşa girmiş, yine Batı’nın kendi stratejisi gereğince çekilmesiyle savaştan çıkmış olan cumhuriyetçilerin “tam bağımsız” olabilmeleri zaten mümkün değildi. Bu “söylemler” resmî tarih görüşünün abarttığı ve uydurduğu palavralardır. Kısa süre sonra M. Kemal sözleşmede çok da önemli olmayan iki maddenin değiştirilmesiyle Birleşmiş Milletlere üye olmayı tasdik eder.
Kemalizm’in en artist ve ateşli ilahiyatçılarından Yaşar Nuri’nin, bir ikonlaştırmadan ibaret olan anlamsız “Mustafa” filmini bile “Atatürk’ü sıradanlaştırmak, sonrada dışlamak için yapılmış bir film ve Atatürk’e pusu kuranların oyunu” olarak” görüp Atatürkçü bir ayaklanma başlattığını hatırladınız mı?
Fikri ve ahlâkı tabiyet değiştirip Atatürkçü İslâm diye ucube bir akıma kapılan Ankara ideolojisinin Luther’i ve sözüm ona İslâm ilahiyatçısı Yaşar Nuri’nin tahammüden kustuğu hezeyanlarından biri de şudur: “Fatih Sultan Mehmed çok şarap içerdi, Avni mahlasıyla yazdığı şiirler şarap ve kadeh doludur.”
Âlim geçinen bir kişi, Dîvan şiiri mazmunlarından tasavvufî bir ıstılah olarak şarabın ilahî aşk, kadehin de ilahî aşkın kabı olduğunu bilmez mi? Niyeti hâlis olmayan Yaşar Nuri, Atatürkçü ilahiyatçı görevi gereğince Sultan Fatih’e müsteşrikler gibi bakıp onu işret vasıtası olan haram içkilerle aynileştirerek Kemalizm’in içkiciliğini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Televizyonların jön ilahiyatçısı Yaşar Nuri’nin akla ziyan konuşmalarını dinlerken kendinize mukayyet olun. Bir fasarya olan şu sözünün neresini düzeltmeli?: “Atatürk ve İslâm’ı bütünleştirirsek BOB biter. Atatürk, Hıristiyan emperyalizmine karşı savaş veren, onu mağlup eden ve o mağlup ettiği güçlere karşı ve onlara rağmen devlet kuran tek Müslüman liderdir. Bugün İslâm dünyasında Haçlı pergeliyle sınırları çizilmemiş bir tane devlet var mı Türkiye Cumhuriyeti dışında?”
Atatürkçülüğün ve İslâm’ın bütünleşeceği fikri ham bir hayâldir. Çünkü birbirinin antitezi, zıddı ve muarızıdır. Yaşar Nuri’nin ilahiyatçılığı Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzer. İslâm’ın, pozitivizm, laisizm ve sekülerizm karışımı olan Atatürkçülükle bütünleştirilebileceğini düşünmek, kurtla yiyip çobanla ağlamak üstüne nam yapmış derin münafık ve bukalemun Süleyman Demirel’in kafasında yeniden saç çıkmasını beklemek veya istemek gibi abes bir fikirdir.
Ulusalcı vesayet rejiminin el üstünde tutulan bu nazenin “derin görevli” ilahiyatçısı, Atatürkçülüğe bağlılıkta dozu yüksek bir tâlim aldığından olacak ki, “Atatürk, mağlup ettiği güçlere rağmen devlet kuran tek Müslüman liderdir” diyerek Kemalist dalkavuklukta ve yalan söylemede, M. Kemal’i mevlit yazarak hâşâ “tanrılaştıran” ve peygamberleştiren Behçet Kemal Çağlar’ı birkaç derece geçtiği oluyor. Onun martavallarını biraz deşmek lâzım:
Bir kere M. Kemal, Batılı güçleri “Hakk’a tapan millet” sayesinde Anadolu’dan atabildi. Bir diğer faktör de İngilizler Yunanlılardan desteğini çekti ve Fransızlarla anlaşamadı, en nihayetinde “masada çözme yolu” nu tercih edince İstiklâl Savaşı da elbette millet nâmına zaferle bitmiş oldu.
Peki sonra, “M. Kemal ve arkadaşları”, mağlup edildiği sanılan Batılı güçlerin masasına gâlibiyet psikolojisiyle değil, mağlubiyet psikolojisiyle oturup İslâm’ın “reddi- miras” edilmesi kayd ü şartını, laikçi bir cumhuriyetin ilânını ve pergelle bölünmeye gerek görülmediği içindir ki, el yordamıyla girintili çıkıntılı bir şekilde küçültülüp çizilmiş bir Türkiye haritasını Lozan antlaşmasında kabul etmediler mi? Mağlup edildiği sanılan güçler de “haydi bu size yeter, görelim sizlerin muasır-laik cumhuriyetçiliğinizi” demediler mi?
Yaşar Nuri’nin “Haçlı pergeliyle sınırları çizilmemiş Türkiye’den başka bir tane devlet var mı?” cümlesi de Atatürkçü tarih anlayışının tabularına bağlı bir büyük yalandan ibarettir. Doğu ve Kafkas sınırlarının eğri büğrü oluşturulduğunu, Azerbaycan’la temasımızın kesilmesi için Nahçıvan’la aramıza Ermenistan sınırlarının akrep kuyruğu gibi sokulduğunu, Irak sınırlarının cetvelle çizildiğini İnkılâp Tarihi kitapları yazmadığı için, Kemalist İslâm’ın tellâllığını yapan zavallı ilahiyatçı Yaşar Nuri de bu gerçekleri görmezden geliyor .
Onun şu sözlerinin de ideolojik bir martaval olduğunu, şuursuz ve fikirsiz dimağlar için açıklamak icap ediyor: “Omurga, Türkiye’yi farklı kılan Kemalist mirastır. Onu işe yaramaz hâle sokmaya çalışıyorlar. Onun petrolden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Petrolün işini bitirdiler ama Kemalist mirasın işini bitiremiyorlar. Haçlı Batı, cumhuriyet Türkiye’sini küllerden yaratan M. Kemal’i sevebilir mi? Türk halkının onun mirasını değerlendirmesine seyirci kalır mı?”
Türkiye’nin omurgasının Kemalist miras olduğu düşüncesi, Atatürkçü tarih tezi yalanlarından biridir. Kemalist miras Türkiye’nin tabiî omurgası olsaydı şayet, bu ülkede seksen küsur yıldır İslâm’ın hayat ve kimliklerinden çekilip alındığını söyleyenler ve Kürtlüğün Türklükten ayrı olduğunu hissedip devletle yahut Altı Ok cumhuriyetiyle aidiyet sıkıntısı yaşayanlar ortaya çıkmazdı. Türkiye’nin omurgası İslâm’dır, yani bin yıllık İslâm medeniyeti zemininde meydana gelmiş ve İslâm potasında erimiş “Hakk’a tapan millettir.”
“Kemalist mirası bitiremiyorlar” sözü de karanlıktan korkan insanın kendi kendine yüksek sesle konuşması gibi acziyetin işâretleridir. Laisist askerî ve sivil oligarşiye ait Kemalist miras Türkiye’yi ve millet-i beyzâ’yı temsil edemez.
“Kemalist miras”, “jakoben ulusalcı” yapısıyla Türkiye’yi parçalayan bölücü ve “mağlûbiyet ideolojisi” olarak son çırpınışlarını yaşıyor. Bu, zulüm ve laikçilikten oluşan mirasın, “Hakk’a tapan milletin” âh’ının tutmasıyla âfete ve inkıraza uğrayacağı günler pek yakın olup, CHP, Atatürkçü Dernekler ve Yaşar Nuri gibi general ruhlu ilahiyatçılarla tarihe gömülecektir.
Şöhret âfetine uğrayan hem denî, hem Kemalist ilahiyatçı Yaşar Nuri resmî rejimi meşrulaştırmak için “Atatürk ve cumhuriyet hüccettir. Hüccet mihverinden kudret mihverine kaydırıldığı için, Atatürk de tartışmaya ve karalamaya açıldı, cumhuriyet de...” diyerek, “Hüccet” kelimesini hayâsızca, İslâm muhalifi Kemalizm’e bir sıfat olarak kullanıyor.
Ehli bilir ki, “hüccet” (delil, ispat, bürhan, bir şeyi ispat eden delil, vesika) anlamındadır. İmam Gazâli gibi (Hüccetü’l İslâm) âlimliğindeki kuşatıcı yönünden dolayı bir sıfat olarak İslâm’ın her bilgi ve derûnuna vakıf olan kimselere verilir.
Laikçi-poztivist CHP’den mebuslukla ödüllendirilen bir zamanların tasavvuf uzmanı fakat sonra Kemalist rejimin derin ilahiyatçısı olan büyük (!) tevilci Yaşar Nuri,”Allah İle Aldatanlar” kitabını yazarak güya dini istismar edenleri anlatmaya çalışmış. Din istismarı bir ahlâkî mesele olup yanlıştır ve insanlar arasında cereyan eden ârizi bir hâldir. Kemalizm gibi millete ihanet eden ve İslâm medeniyetinden kopup Batı “uygarlığının” kuyruğu olmaya isteyen bir devlet sistemi değildir.
Tâgutî ulusalcı derin güçlerin adamı olan bu fâsık ilahiyatçıdan “Atatürk İle Aldatanlar” kitabını da yazmasını beklerdik. Eğer damarlarında mertlik, adamlık ve ilmî dürüstlük ruhu dolaşıyorsa böyle kitabı yazmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.