"Rengi değil gözlerin bakışıdır mest eden"
Güftesi Hüsamettin Olgun'a ait olan ve Özgen Gürbüz'ün Nihavent makamında bestelediği Azeri türküsü üslubunda bir şarkı var.
Bu şarkıyı Melihat Gülses'ten dinleyince hem melodiye, hem Yürük Semai'nin ritmine, hem de sözlere kaptırıyorsunuz kendinizi...
"Ateş alevde değil asıl közde gizlidir/ Güzellik gözde değil asıl özde gizlidir/ Rengi değil gözlerin bakışıdır mest eden/ Gözden kalbe süzülüp akışıdır mest eden/ Nağme gönlün eseri, sanma sazda gizlidir/ Bestenin güzelliği önce sözde gizlidir/ Güzel sözün gönülden çıkışıdır mest eden/ Dudaktan kalbe gidip yakışıdır mest eden"
Hüsamettin Olgun "Beste"yi ve "Söz"ü bu güftede yerli yerine oturttuktan sonra keşke bunların yanına "Usul"ü de ekleseydi.
Türk müziğinde bestelerin ritmi gerçekten onların makamları kadar önemli.
Asıl fark usuldedir...
Hepimizin ezbere bildiği sayısız Nihavent şarkı var.
Bunları birbirlerinden ayıran melodileri kadar ritimleri, yani "Usul" farklılıklarıdır da.
Mesela benim en sevdiğim Nihavent şarkı Ali Rıfat Çağatay'ın "Lenk Fahde" usulündeki "Zülfün görenlerin bahtı siyah olurdu" sudur.
Bu Nihavent şarkı ile yukarıdaki Özgen Gürbüz bestesinin aynı makamdan olduğunu, Türk müziğini bilenler dışında kim anlayabilir?
Bestelerin güftelerine ve bunların usullerine değinirken "Alaturka Marşlarımız"ı da unutmamalıyız.
3'üncü Selim reformist ve sanatkâr olduğu kadar "Kara bahtlı" bir padişahtır. Kabakçı Mustafa ayaklanması ile devrildikten bir yıl sonra 28 Temmuz 1808'de, 47 yaşındayken katledilmiştir.
Ey gaziler yol göründü
Fransız İhtilali'nin gerçekleştiği yıl (1789) tahta çıkmış, dünya konjonktüründeki dalgalanmaların Osmanlı'ya yansıması ile içerideki reform karşıtlarının direnişi arasında kalmıştır.
3'üncü Selim'in besteleri arasında bulunan "Ey Gaziler Marşı"ın makamı Isfahan'dır.
Marşlar coşturmak, kitleleri veya orduları uygun ve kararlı adımlarla savaşa yürütmek için yapılır genellikle.
Oysa 3'üncü Selim'in Isfahan makamındaki ve "Devrihindi" usulündeki marşı, sevdiği kadını geride bırakıp bitmek tükenmek bilmeyen savaşlardan birine yine gitmek zorunda kalan askerin yakınmasını şöyle anlatıyor:
"Ey gaziler yol göründü/ Yine garip serime/ Dağlar taşlar dayanmaz/ Benim ah u zarıma/ Dün gece yar kapısında/ Yastığım taş idi/ Altım toprak üstüm yaprak/ Yine gönlüm hoş idi"
Isfahan makamındaki bu beste neticede bir "Marş"tır.
Bir âşıkın figanı
Aynı makama yani Isfahan'a girip, müzik severlerin mutlaka bildiği bir başka besteyi ele alalım.
Mesela Rıfat Bey'in Isfahan makamındaki ve Curcuna usulündeki şarkısını hatırlayalım:
"Etme beyhude figan vazgeç gönül/ Gel bu sevdadan hemen vazgeç gönül/ Olmasın halin yaman vazgeç gönül/ Gel bu sevdadan hemen vazgeç gönül"
Bir bölük asker "Ey gaziler" ile uygun adım yürüyebilir.
Ama Rıfat Bey'in şarkısı ile de ancak perişan bir âşık meyhane masasının başına kadar kendini sürükleyebilir.
Tempo üslubu belirler
Başta da söylediğim gibi bir marşla bir şarkının makamları aynı ama usulleri onları çok farklı kılıyor.
Galiba bu durum siyasi söylemler için de geçerlidir.
Aynı şeyleri söyleyen siyasetçileri ayıran şey de tempodur, ritimdir, titreşim katsayısı farkıdır.
Kimi insan sevgisini bile öfkeyle, kimi insan da öfkesini bile sevgiyle anlatır.
Bir marş ile savaş meydanına doğru kaz adımı da atabilirsiniz ya da ayaklarınız geri giderken aynı marşla savaş meydanına bahtsız bedeninizi de taşıyabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.