Kemalist Cumhuriyetin Derin İlahiyatçıları-4
Atatürkçü ilahiyatçıları asistanlıktan profesörlüğe, müftülükten dekanlığa ve rektörlüğe kadar her kademede icra-ı faaliyet ederken görebilirsiniz. Bunların tebliğ, tez ve kitaplarında “Atatürkçülük, İslâm ve Laiklik” hep başı çekmiştir.
Sözde İslâm adına ilahiyatçılık yapan Kayadibi’nin Atatürkçülükle İslâm’ı telif etmeye çalışan birkaç çalışması:
“5. Uluslararası Atatürk Kongresinde ‘Atatürk Düşüncesinde Din ve Din Eğitimi’ Tebliği, 2003”
“Atatürk’ün Eğitim Hedeflerinin Neresindeyiz?” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 2001)
“Atatürk’ün Dinî Yönü ve Din Eğitimine Bakışı” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 2000)
“Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Din ve Felsefe İlişkileri” (KSÜ 1998)
“Atatürk ve Din” ( 10 Kasım 2005, Eyüp Sultan Müftülüğünün Konferansı)
“Atatürk’ün Manevî Dünyası” 10 Kasım 2006, Yunus Emre Kültür Merkezi)
Kurulu düzenin ilahiyatçısı olmanın bir alâmet-i fârikası olarak evvel emirde “Atatürk İslâm ve Laiklik” üzerine kitap yazmak, cumhuriyet ilahiyatçılığının hâşâ bir amentüsüdür.
Meselâ, İslâm hakkında “absürd” fiil ve konuşmalarına rastlanmayan, tasavvufa yakın duran eski ilahiyatçılardan İbrahim Agâh Çubukçu’nun, Kemalist cumhuriyete bağlılık şartı olarak anayasal bir vecibe sayılan ve klişe başlık gelen “Atatürk Din ve Laiklik” başlığında benzer kitap yayınlayan sayısız ilahiyatçılar gibi “Atatürk Din ve Laiklik” adıyla makâleleri ne kadar hazindir? Üstünü üstlük Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayınlanmış bu neviden yazıları. Onun, okullarda okutulan “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” adlı kitabı hazırlayan heyetin içinde ismini görmek ne kadar trajik?
Türkiye’de İslâm ilahiyatçılarının Atatürk Araştırma Merkezi’nde ne işi olabileceğini bilen varsa beri gelsin. Fakat şu ikiyüzlü gerçek iyi biliniyor ki, laikçi rejimin nezdinde fişlenmeden kazasız belâsız çarçabuk “yükselmek” isteyen ilahiyatçıların adı geçen merkezin dergisinde kitap ve yazı yayınlaması şarttır.
19 Mayıs Üniversitesi’nin ilahiyatçı dekanı prof. Osman Zümrüt’ün başörtülü talebelere ettiği zulümler hiç unutulur mu? CHP’dan milletvekili adayı olan, Müslüman millet karşıtı Ankara rejiminin bu derin ilahiyatçısı seçim faaliyetlerine cemaatle sabah namazı kılıp “bismillah” diyerek başlamış. Yani seçim “startını” Samsun Büyük Câmii’de sabah namazını kıldıktan sonra başlatmış.
İkiyüzlülüğün böylesi görülmemiş desek de yakın tarihimizde buna benzer sözde din âlimlerinin suret-i haktan görünüp sonra da CHP gibi din ü millet düşmanı laikçi bir partide siyasete soyunanlar az değildir. Eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın CHP’den Meclis’e girdiği iki neslin malûmudur.
Sözde İslâm ilahiyatçısı olan “derin” laikçi-ilahiyatçı prof. Osman Zümrüt, “bu kimliğine rağmen niçin CHP’den aday olduğunu” soranlara, “tabi din ayrı, siyaset ayrı. İbadetler hepimizin, laiklik ilkesine özen gösteriyorum. Büyük Atatürk ve arkadaşları nasıl 23 Nisan 1920’de Hacı Bayram’dan kalkarak Meclis’i kurmuşlarsa ben de ülkeye hizmet işini bir ilke ediniyorum" buyurmuş.
Cambazlığın bu kadarına pes doğrusu! Demek “büyük Atatürk ve arkadaşları Hacı Bayram’dan kalkarak Meclis’e gittiler” öyle mi? Sonra ne yaptılar? Hatm-i Şerifler okunarak Meclisi açtılar. Din-i mübin-i İslâm’ın ve din ü milletin istiklâl ve vatanını kurtarmak sözlerinden üç yıl sonra, yani İstiklâl Savaşı tamamlanınca laikçi-poztivist ve Altı Ok cumhuriyetini cebren ilân ettiler.
Demek ki, “derin laikçi” ilahiyatçı Osman Zümrüt, milleti aldatıp bir daha Hacı Bayram’a gelmedikleri gibi 1923’den sonra câmi ruhunu itlaf etmeye çalışan “M. Kemal ve arkadaşları” nın yaptığı gibi yapmaya niyetliyse şayet, milletvekili olduktan sonra cemaate karışıp namaz kılmaya gelmeyecek.
Demek ki, İslâm’da başörtüsü yok diyerek masum kızlara zulmedip şöhret olan laisist-Atatürkçü ilahiyatçı Altı Ok partisinden aday olmayı çok önceden düşünmüş. Demek ki bundan böyle onu, “kurtla yiyip çobanla ağlayanlar” taifesinden bir İslâm ilahiyatçısı olarak Meclis’te laikçi-Kemalist faaliyetleriyle icra ederken göreceğiz.
“Hakk’a tapan milet” CHP’nin parti meclisi üyesi emekli müftü İhsan Öskes’in de Altı Ok cumhuriyetinin ilahiyatçı görevlileri arasına dahil olduğunu ve bu ibretlik ilahiyatçılardan Allah’a sığınacağını biliyor.
Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’yı nasıl bilirsiniz? “Bir metrelik bez parçasını dinin sembolü hâline sokmak İslâm’a ihanettir, laiklik dinimizin teminatıdır” diyen Fığlalı’nın sözde İslâm ilahiyatçısı olarak Müslüman milletin derûnunda yeri var mıdır acaba? Onun bu şenî görüşlerinden dolayı Atatürkçülük ve laikçilik lekesi taşıyan derin görevli bir ilahiyatçı olduğu, zihniyetiyle Altı Ok ilkelerine hizmet ettiği âşikardır.
Başörtülü kızlarımıza “Arap ve Acem kültürünün zevksiz, estetikten uzak bu bir metrelik bez parçası için ortalığı karıştıran ve toplumda fitne uyandıranlar...” diyerek hakaret eden Fığlalı’nın bu şenî ve yüz kızartıcı davranışının İslâm ilahiyatçılığıyla bir ilgisi olabilir mi?
Benzerleri gibi Fığlalı’da milletin İslâm âlimi olmayı değil, Kemalist-laikçi cumhuriyetin ilahiyatçısı olmayı tercih ettiğindendir ki, dinimizle hiç alâkası olmayan ve üstelik onlarca ilahiyatçının Atatürkçü rejime biat etmenin bir rüknü olan ve hep aynı isimdeki kitap adıyla mutlaka bir kitap yazdığı “Atatürk Din ve Laiklik” başlığını makâlelerinde ve kitaplarında kullanmayı ihmal etmemiş ve Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayınlamış.
“Hakk’a tapan millet” düşmanı Türkiye Kemalist Altı Ok cumhuriyetine hizmetkârlık eden filozof-ilahiyatçılardan Bayraklı Bayraktar’ın “Hac ibadeti senenin belli ayına mahsus değildir. Her ay da yapılabilir ve Hac ibadeti sırasında şeytan taşlamak gereksizdir” hezeyanları, aslında belli bir merkezden derin bir program dahilinde Müslümanların kafasını karıştırıp İslâm’ı cumhuriyet laikçiliğine uygun hâle getirmenin propagandasıdır.
Kemalizm’in şarlatan ilahiyatçısı Bayaz da, “Hac ve şeytan taşlama hususunda Bayraklı’ya katıldığını, Hac ibadetinin her ay yapılabileceğini, şeytan taşlamak gibi bir şeyin olmadığını...” beyan etmişti.
Laisist Ankara rejiminin hempası bu ilahiyatçıların İslâm’a yaptıkları, İngiliz İstihbarat Uzmanı Hempler’in “İslâm’ı Nasıl Yok Edelim” kitabındaki şu maddeleri akla getiriyor: 1- Fıkıh kitapları saf dışı edilerek, dinin doğrusunun Kur’an’dan öğrenilmesi için yönlendirmek 2- Müslümanları, Kur’an hakkında şüpheye düşürecek ve içinde noksanlık ve fazlalık olduğu intibaı verilecek. 3- Çeşitli dilde Kur’an yazdırılarak Kur’an’ın bozulduğu ve birbirinin tutmadığı yayılacak. 4- Hadisler hakkında şüphe uyandırılacak. 5- Arap memleketleri dışında ezan, namaz gibi ibadetlerin Arapça yapılmasını önlemek.
“Türkiye Laik İslâm Projesi” ne göre “konuşlandırılmış” bu “derin” ilahiyatçıların görevleri ve yazdıkları kitaplar size İngiliz Hempler’in projesini hatırlatmıyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.