12 Haziran, neden bütün seçimlere bedel?
Seçimlere tam bir ay var. 12 Haziran'da sandığa gitmekle nasıl bir görev yapmış olacağız? Başka bir ifadeyle, bu seçimleri, demokrasi tarihimizde öncekilerin hepsinden önemli kılan nedir? Evet, bu seçimler, geçmiş bütün seçimlerden daha önemli. 12 Eylül 2010'daki referandum, yirmi seçime bedeldi. Bu seçimler de on referanduma bedel... Neden böyle?
Türkiye, 1908'den itibaren İttihat Terakki zihniyetinin vesayetine girdi. Kendilerini ülkenin asıl sahibi görenler, halka bir vasi gibi davranmaya başladılar. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da zihniyet değişmedi. Cumhuriyet vardı ama içinde halk yoktu. Cumhuriyet elitleri, halkı ve toplumun değerlerini hep küçümsediler, horladılar, dini de vicdanlara hapsetmek gerektiğine inandılar. Dine asırlar boyu bayraktarlık yapan bir milletin, genlerine kadar işlemiş değerleri aşındırmanın derdine düştüler. İnanç, ibadet, din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili en masumane talepleri, tehdit ilan ettiler. Dindar insanları, "irtica" tehlikesinin en büyük potansiyel tehdidi olarak damgaladılar. İçinde demokrasiye yer olmayan Cumhuriyet, bir korku rejimine dönüştü.
Çok partili hayata geçtiğimiz 1946'dan itibaren, iki ana çizgi oluştu: Tek parti döneminin, yani vesayet zihniyetinin temsilcisi CHP ile onun karşısındaki Demokrat Parti... Vesayetçiler, bir "demokrasi müsameresi" oynayacaklarını düşünmüşlerdi. 1950'de DP'ye gösterilen büyük teveccüh, vesayetin toplum mühendislerini afallattı. Halk, CHP'ye muhalefet etmenin ötesinde, kendi değerlerine sahip çıkan bir partiyle, yönetimde söz sahibi olmak gibi bir şeye cüret etti. Hâlbuki DP'de de kozmik adamları vardı. Kadro itibarıyla, zihniyet itibarıyla, emniyet supabı gibi gördüklerini, yönetim kadrolarına yerleştirmişlerdi. Ama halkın DP'yi sahiplenmesi başka mesajlar, derinlerden gelen talepler içeriyordu. Derin millet, bünyesine uygulanan gayri milli aşıyı reddediyordu. Bu, vesayetçilerin kabul edemeyeceği bir cüretti. Halk haddini aşmıştı. İyi niyetli Menderes, vesayetçilerin ajandasından haberdar değildi. Cuntacılar, Menderes iktidarını, halkın değerlerine yöneldiği, bilhassa ezanı, iktidarın daha ilk ayında aslına çevirdiği için geldiği ilk günden itibaren hiç hazmedemediler, kabullenemediler... Türkiye'nin ellerinden kaydığını, itibar ve rantlarını kaybedeceklerini düşündüler.
Sonrası malum. 27 Mayıs 1960 darbesi ile Menderes'i ve iki bakanını astılar. Bu idamlar, haddini aşacak siyasetçilere korku salmak içindi. Sonraki darbelerle, bu korkuyu; laik aydınlara, gazetecilere, Kürtlere, Alevilere yönelik cinayet ve provokasyonlarla yaygınlaştırdılar ve derinleştirdiler. Ellerini bu arada, vesayetin partisi CHP'den ve onun karşısında yer alan güya sağcı partilerden hiç çekmediler. Vitrine koydukları adamları ile "demokrasi müsameresi"ni maharetle sürdürdüler. İşte Demirel... Geçmişte "sağ"ın lideri, bugün CHP'nin akıl hocası... Gücü AK Parti'nin içine yetmeyince, vesayet adına, ölmeden önce son vazifesini CHP'de deruhte etmeye çalışıyor...
AK Parti'nin vesayetçilere göre kabahati, müsamerede rol kabul etmemesidir. "İktidarsam, muktedirim" diye sesini yükseltmesidir. Demirel'in ve Özal'ın başında bulunduğu partilerin yönetimleri, bakanlar kurulları, vesayetin kozmik adamları ile kontrolde tutulurken, Erdoğan'ın bu operasyonu reddetmesi, vesayetin kimyasını bozmuştur. 3-5 adamlarını da bu son aday tespitinde kaybettiler.
Ama vesayetin asıl belini büken, 12 Eylül'deki referandum oldu. Devreye halkın girmesini, son sözü halkın söylemesini, demokratikleşme iradesi için halkın mühür basmasını hiç istemediler. Ve korktukları başlarına geldi. Bu yüzden seçimler onlar için hayat memat meselesi oldu.
Artık seçimler müsamere olmaktan çıktı. 'Vesayet mi, demokratikleşme mi?' tercihine dayandı. 12 Haziran'da aslında partilere oy vermiyoruz. Ya vesayet, ya demokratikleşme diyeceğiz... Aynı konuya haftaya devam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.