Başım belada
Hangi hürriyetsizliğe hangi tepkiyi koyduğunu bilmediğimiz yığınlar, bu kez internet için yürümüşler... “İnternetime dokunma” diyorlar.
Efendice yürümüşler.
Herhangi bir taşkınlık ve azgınlık göstermemişler. Taleplerini, belli bir olgunluk dairesinde, düzeyli ifadeler seçerek iletmişler.
Bence de, internete dokunulmasın.
Kim, hangi siteye, ne amaçla, ne umarak, ne tür bir fayda istihsal etmek amacıyla giriyorsa, giriyor.
Bundan bana ne, sana ne, devlete ne!
Fakat devlet, internetin olumsuz getirilerine karşı tedbir isteyen vatandaşların sesine de kulak vermelidir... Geniş bir kesimin “çocuk pornosu”ndan, kimi sitelerin “çürütücü ve ifsat edici” özelliğinden rahatsız olduğunu buluyoruz.
Filtre, tam da bu talebe cevap veriyor işte...
Bir kısıtlama, bir engelleme, erişimi tamamen ortadan kaldırma söz konusu değil.
Şekvacı vatandaşlar, isterlerse, seçecekleri bir “filtre” aracılığıyla internete girebilecekler. Filtre istemeyenler de standart paketle devam edecekler,
İyi bir şey, değil mi?
Hayır, amacım, bazılarının “internet yasağı” diye özetlediği filtre uygulamasını teşrih masasına yatırmak değil. Uygulansın, yararlarını ve zararlarını görelim, ona göre yeni bir pozisyon alırız.
Ben, şu ya da bu mecradan ziyade, internetin kendisinden şekvacıyım.
Kaç gün oldu... Maillerime bakamıyorum...
Günümün büyük bölümünü internet başında geçirdiğim halde, bazı sitelere giremiyorum.
İçim kaldırmıyor.
Hani, Gülten Akın, ünlü şiirinde “ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” diyordu ya...
İnce şeyleri anlamaktan, kavramaktan, ince şeylere vakit ayırmaktan uzak internet güruhu kalbimi yoruyor...
Hasbelkader edindiği mail adresinden (internet ortamının denetimsizliğine de güvenerek) sağa sola küfür mailleri yollayan, üstelik hayır diyemeyeceğimiz kadar yakınımıza girmiş “yüksek fikirli zevatla” nasıl baş edeceğimi bilemiyorum.
Bu yüzden, gönderilere bakmıyorum.
Baktığımda da görmemeyi, duymamayı, oralı olmamayı tercih ediyorum.
Fakat sonu gelmiyor...
Mailden kurtardığınızda, Twitter ve Facebook gibi mecralarda karşınıza çıkıyorlar. Handiyse, günün 24 saatini, internet başında, ona buna ayar vermekle geçiren, fikir beraberliği içinde olmadıkları insanlara küfretmeyi doğal hak sayan ruh hastası tipler.
Geçen yıl Facebook’ta hesap açtırdım, manyakların istilasından giremiyorum.
Twitter denilen âlemde hiç yokum...
Biliyorum, bir hesap açtırsam, son zamanlarda kırmızı kaşkolu ve upuzun saçlarıyla ekranlarda arzı endam eden Kenan Çamurcu isimli şahsın ‘twit’leriyle karşılaşacağım ve hiç yoktan canımı sıkacağım.
Son marifetini bildirdiler: “Ahmet Kekeç dallaması...”
Bu arkadaşla sağda solda karşılaşır, selam verirdim. Selamını da memnuniyetle alırdım.
Bir iki yarenlik etmişliğimiz de vardır.
Nezaket sahibi bir arkadaştı. En azından ben öyle biliyordum. Ne bileyim, yüzüme karşı söyleyemediği şeyleri, internet âleminde gezdirmez diye düşünüyordum.
Kendini aşmış...
Keşke azıcık delikanlı olsa...
Keşke, “Ahmet Kekeç, vaktiyle bizim çıkardığımız gençlik dergilerinde yazardı” gibilerden palavra dozu yüksek laflar etmese...
Ben bu arkadaşın hangi gençlik dergilerini çıkardığını bilmiyorum.
Çıkardığı herhangi bir gençlik dergisinde yazmadığım gibi, kendisiyle de dostluk ya da düşmanlık temelinde herhangi bir “hukukum” bulunmuyor.
Benim gözümde terbiyesiz bir adamdır artık.
Başka da bir şey değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.