Lâikçi olmanın dayanılmaz hafifliği
Milan Kundera’nın romanı sıkıntı vericiydi ama ismi bazen yazıların başına
iyi oturuyor doğrusu...
Lâiklik tamam da, ‘lâikçi’ deyince aklınıza ne geliyor sevgili okuyucular?.. Benim gözümün önünden Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu, Abdurrahman Yalçınkaya geçiyor, ellerinde eğilmiş adalet terazileri ve sırtlarında cübbeleriyle... Sonra darbeciler, tanklar, 10. Yıl Marşı söylerken ağlayan komutanlar, Kanaltürk, YöK, Cumhuriyet Mitingleri, Ulusalcılar ve Atatürk istismarcıları geliyor... Bir de, başörtüsü görünce, kırmızı görmüş boğalar gibi saldıranlar...
***
60. yılını kutlayan Hürriyet Gazetesi’nin salı günkü manşetini okumuşsunuzdur. Manşet aynen şöyleydi: ‘Bir kadeh rakı artık yasak’. Allah aşkına soruyorum size, bu manşeti okuyanlar ne zanneder? Türkiye’de, bu ‘dinci’(!) iktidarın ‘içki yasağı’ koyduğunu düşünmez mi? Halbuki, olayın içki yasağıyla hiçbir ilgisi yok. Gelişmiş demokratik lâik ülkelerde olduğu gibi, sadece ruhsatsız içki satışı önlenerek vatandaşın sağlığı korunmaya çalışılıyor. Yargıtay Başsavcısı’na, bu manşeti de iddianamesine eklemesini tavsiye ediyorum.
İki yıl kadar önce, İçişleri Bakanlığı’nın, 1934’te çıkarılan kanuna göre, ‘İçkili yerlerde verilecek izinlerde gözönünde bulundurulacak esaslar’ çerçevesinde gönderdiği
Genelge de ‘içki yasağı’ olarak istismar edilmişti. Oysa, söz
konusu genelgede bilâkis içki ruhsatı verilmesini kolaylaştırıcı hükümler bulunuyordu. O zaman, bu genelgenin, AK Parti’nin sicil dosyasını tutanlara malzeme olacağını yazmıştık. Gerçekten de bu olay, ünlü iddianamenin delilleri(!) arasında yerini almakta gecikmedi.
***
Darbe provokasyonları ve lâikçilik paranoyası, aynen özden örnek Paşa’nın anılarındaki gibi seyrediyor. Nokta Dergisi’nde yayımlanan anıların en ilginç olan tarafı, darbecilerin medyayı nasıl kullandıklarını göstermesidir. 1960’dan bu yana intişar eden gazetelerin koleksiyonlarını karıştırırsanız, lâikçi olmanın dayanılmaz hafifliğiyle sık sık karşılaşabilirsiniz.
Bu hafifliğin en son örneklerinden biri de, mini etekli kızlara asit atılması iddiasıdır.
Türk hukuku adına talihsiz bir belge olan iddianamede de yer alan bu olayın, dinle ilgisi bulunmayan bir psikopat tarafından yapıldığı artık bilinen bir gerçektir. Nasıl ki, Müslüm Gündüz-Fadime Şahin soytarılığı 28 Şubat’ın gerekçesi gibi gösterilmişse,
Kutlu Doğum Haftası’nda Kuran okuyan kızlarımız da 27 Nisan Muhtırası’nın lâikçi gerekçesini teşkil etmiştir.
Lâikçi hiffetin ezelî fobisi şudur: Kadınlarımız zorla çarşafa sokulacak, içki yasaklanacak ve Türkiye Humeynî İranı’na (Şimdi bir de Malezya çıktı) dönecek... Halbuki, bırakınız ikibinli yılların lâik Türkiyesi’ni,
bir din devleti olarak görülen Osmanlı’da dahi böyle bir manzaraya rastlanmış değildir.
***
Bu arada, en fazla ironik gelişme de, Kanaltürk’ün satılmasıyla Türkiye’deki lâikçi ve ulusalcı çevrelerin kıblesinin yıkılmasıdır. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin çelik’in dediği gibi, Türkiye’de çeşitli Atatürkçüler var: Gerçek Atatürkçüler, Atatürkçü geçinenler ve Atatürk’ten geçinenler... Kanaltürk’ün 30 milyon dolara (kimilerine göre 50 milyon dolar) satılması, Atatürk’ten geçinmenin tipik bir örneği olsa gerektir.
Daha önce de, CHP’nin Kanaltürk’e verdiği 4 milyon YTL (ki, 3 milyon doları faturalanamamıştır) düşünülecek olursa, lâikçiliğin bir hayli kârlı bir iş olduğu anlaşılacaktır.
Diğer taraftan, Yargıtay Başsavcılığı’nın, AK Parti’nin lâikliğe aykırı fiillerinin odaklaşmasıyla uğraşmaktan, CHP’nin bu açık yolsuzluğuna vakit ayıramadığı da gözden kaçmamaktadır.
***
Bilgi çağında dezenformasyon için uğraşanlar, artık suyu tersine akıtmanın mümkün olmadığını ne zaman anlayacaklar dersiniz?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.