Ulusal din
Yahudiler zamanla Museviliği tabir caizse içkin bir din yani ulusal bir din haline getirmiştir.
Hıristiyanlık ve İslamiyet bundan masun kalmıştır. Lakin Anglikanlar gibi Batı’da da zamanla milli mezhepler zuhura gelmiştir. Din, milliyetçiliği etkilediği gibi milliyetçilik de dini alanı etkilemektedir. Özellikle Fransız Devriminden sonra ideolojiler devrinin yükselmesiyle birlikte İslam dünyasında da idari anlamda merkezileşme ve onun yanında bir de uluslaşma cereyanı gelişmeye başlamıştır. Uluslaşma cereyanı zamanla dini alanı da etkilemiş ve ulusal din arayışları başlamıştır. Bir Frenk illeti olan milliyetçilik veya ırkçılık birbirini etkilediği, beslediği ve tetiklediği gibi ulusal din modelleri veya anlayışları da birbirini etkilemektedir. Sözgelimi, parçalı da olsa İttihatçılık bir ulusal din projesi üretmeye çalışmıştır ya da kimi İttihatçılar böyle bir arayış içinde olagelmiştir. Afgan asıllı bir Jön Türkçü alimi olan Ubeydullah Afgani’nin adıyla ve ardından bilhassa ramazanlarda Ayasofya Camii’nde irat etmiş olduğu vaazların derlemesi olan Kavm-i Cedid/kitabı mevaiziyle ilk kez Arap şuubiliğinin propaganda kitabı olan Sevretü’l Arab kitabında karşılaştım. Demek ki uçlar ve şuubilik akımı birbirini besliyor. İttihatçıların Turancılık fikrine saplanması karşısında Araplar da Arubecilik fikrine meyletmişlerdir. En azından bir kısmı. ‘Arap Devrimi/Sevretü’l Arab’ adlı kitap 1916’da yani Şerif Hüseyin ve oğullarının Osmanlı’ya isyan bayrağını çektikleri ve Lawrance’in arkasına düştükleri yıl olan 1916 yılında yayınlanmıştır. Tesadüf olabilir mi? Kitabı maskeli devrimcilerden birisi yazmıştır. Ya da yazarının karşısında, ‘(ayrılıkçı ve yıkıcı) Arap cemiyetlerinden birisinin üyesi’ notu düşülmüş. Yani yazarı ismini tasrih etme cesaretini gösterememiş.
¥
Burada bizi asıl ilgilendiren husus, gizli yazarın tutunduğu dallardan birisinin ‘İttihatçıların zındıklığı’ ve ulusal bir din projesi geliştirme çalışmaları olmasıdır. Bu hususta somut olarak ortaya konulan hususlardan birisi Ubeydullah Afgani isimli Jön Türkçü bir alimin Ayasofya’da vaazları ve bu konuşmaların bilahare (1915) Kavm-i Cedid adı altında kitap formatında basılmasıdır. Bir internet gezintisiyle kitabın sahaflarda el’an bulunduğunu gördüm. O dönemde yine Mehmet Ubeydullah Efendi gibi Jön Türkçü ve Bektaşi alimler de vardır ve dinin uluslaştırılması projesine kısmen de olsa destek vermişlerdir. Esasında bu projeyi kapsamlı bir biçimde savunan Ziya Gökalp olmuştur. Din dilinin Türkçeleştirilmesini savunmuştur. ‘Türkün Türkten başka dostu yoktur’ sözünün Ubeydullah Afgani’ye ait olduğunu biliyor muydunuz? Geç devrin ulusal İslamcılarından Yaşar Nuri Öztürk gibi Ubeydullah Afgani de Araplığa köpürüyor ve ümmetçiliği Arap İslamcılığı olarak tanımlıyor. Bundan dolayı hem Yaşar Nuri Öztürk hem de Ubeydullah Afgani camilerin duvarlarındaki ‘Arap halifelerin/Raşit halifelerin’ isimlerinin kaldırılmasını teklif etmektedir. Zaten ulusal kalıpta bir din anlayışı üretme çalışmaları İttihatçılardan sonra da bütün hızıyla devam etmiş ve dinde reformlar bu suretle cereyan etmiştir. Sözgelimi İslam Gerçeği de bu projenin son ayaklarından birisiydi ve burada da Yaşar Nuri Öztürk ve benzerlerinin ismiyle karşılaşmaktayız. Ubeydullah Afgani, İttihad-ı İslam yerine İttihat-kavmiyeti önerir. Ona göre “İslam Birliği” sadece sembolik bir anlam taşımalıdır. Ubeydullah Efendi ümeranın bazı dini ahkamı askıya alabileceklerini de savunur.
¥
Cumhuriyetten sonra bu anlayış kökleşmiş ve yerleşik bir anlayış haline gelmiştir. Yaşar Nuri Öztürk de ulusal din anlayışının teorisyenliğini yapmış, İttihad-ı İslam anlayışını Arap İslamı veya Arapçılık olarak takdim etmiştir. Ubeydullah Afgani aynen Yaşar Nuri Öztürk gibi ibadet dilinin Türkçe olması gerektiğini savunmuş ve hutbelerin de Arapça yerine Türkçe irat edilmesini istemiştir. Ulusal dincilerle evrensel İslamcılar arasındaki çatışmanın temel konularından birisi Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi meselesi olmuştur. Şeyhülislam Mustafa Sabri hatta Mehmet Akif Ersoy bu çabaların başka maksatlara alet edileceğine inandıkları için Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesine (mes’eletü tercemetü’l Kur’an) itiraz etmişlerdir. Mehmet Akif Ersoy’un itirazı daha ziyade taktik düzeydedir lakin Şeyhülislam Mustafa Sabri Kur’an-ı Kerim’in başka bir dile tam olarak aktarılamayacağına inanmıştır. Bu itirazında haklı olmakla birlikte bu savunulabilir bir pozisyon değildir. Zaten ilk dönemlerden beri meal denemeleri olmuş ve Şah Veliyyullah Dehlevi gibiler de şahsen buna tevessül etmişlerdir. Dinin uluslaştırılması meselesinde Araplarla Jön Türkler arasındaki çekişme bugün Türkiye’de Türkler ile Kürtler arasına da sıçramıştır. Dinde diyanette gözü olmayan kimi Kürtçü çevreler ümmetçiliğe veya birleştirici unsurlara karşı çareyi dini alanın da sekülerleştirilmesinde yani uluslaştırılmasında ve Kürtçüleştirilmesinde görmüşlerdir. Devlet camilerinde namaz kılmak veya Türkçe hutbe dinlemek yerine korsan bir biçimde Kürtçe hutbe okumaları gibi. Faraza hutbe Türkçe değil de Arapça okunsaydı tatmin ve razı olurlar mıydı? Bunu Erbil’de tetkik etmek gerekir. Lakin Türkler 1915’lerde bu tartışmaların içine girmeselerdi kanaatimce bugün Kürtlerde de böyle bir refleks gelişmezdi. Hadiste denildiği gibi ‘el badiu azlam’. Yani başlatan daha büyük sorumluluk altındadır. Sonunda ulusal din veya Farsça ifadesiyle ‘milli mezhebi’ arayışı ve anlayışı Kürtlere de bulaşmış ve yansımıştır. Siyasal Kürtçüler de bu işi dört elle körüklemektedirler. Elbette onların da kendilerine göre Ubeydullah Afgani’leri ve Yaşar Nuri Öztürk’leri olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.