Olacak olacak
Hayır, dövmeyeceğim... Zaten millet dövmüş, bir şamar daha ekleştirmenin âlemi yok.
Hem âlemi yok, hem yararı...
Hem de ahlaki de değil.
Dün “Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP kaybetti” diye yazmıştım.
Fikrimi değiştiriyorum.
Kemal Kılıçdaroğlu, evet, kendi rüzgârının gerisine düştü ama partisini de hayal edilemeyecek bir oy oranına ulaştırdı.
Demek ki oluyormuş.
Demek ki, ürkek ve mütereddit de olsa, değişim yönünde atılan adımlar halkta karşılık buluyormuş.
Demek ki, her işin başı eğitim değilmiş.
Demek ki “laiklik”, “Kemalizm”, “cumhuriyetin değerleri” gibi soyut ve karın doyurmaz hedefler, halkta inikas bulmuyormuş. Ayrıca, Cumhuriyetimiz de tehlikede filan değilmiş.
Kılıçdaroğlu yeni bir şey denedi, klasik CHP jargonunun dışına çıkmaya çalıştı ve muhalefetini “yoksulluk yolsuzluk” temeline oturttu.
Halkı buna inandıramadı, tabir-i amiyane ile “yediremedi” ama hiç değilse farklı bir şey yapmış oldu. Yaptığı iş somut bir temele otursaydı, yani somut bir karşılığa istinat etseydi, daha başarılı olacaktı ama bu kumaştan şimdilik bu kadarı çıkıyor.
Bu tavrın özendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu’nu “değişim eşiğinde” tutmak, kısa vadede Türkiye’ye, uzun vadede CHP’ye kazandıracaktır.
Türkiye’nin bir iktidar sorunu yok çünkü...
Bir muhalefet sorunu var.
Kendisini yaratıcı kılamayan/kılamamış CHP, geçmiş dönemlerde, hem iktidar partilerinin elini güçlendirdi, hem de ciddi bir muhalefet boşluğunun oluşmasına neden oldu.
Muhalefetsizlik iyi bir şey değildir.
İktidar partileri açısından dikensiz gül bahçesi olan muhalefetsizlik, zaten kendini inşa etmekte güçlük çeken “siyaset kurumu” ve “parlamenter sistem” adına ciddi bir zaaftır.
Kılıçdaroğlu, bunu değiştirebileceğinin işaretlerini verdi.
Kısmen başarılı oldu.
Fakat, bazı şeyleri terk etmesi, en azından kendisini mizah malzemesi haline getiren birtakım kötü alışkanlıklardan vazgeçmesi gerekiyor.
Seçim kampanyası boyunca, bulunduğu konumla mütenasip olmayan bir dil kullandı mesela.
Hep üstten baktı.
Efelendi.
Durduk yerde sahip psikolojisine girdi.
Kendisini, muarızları nezdinde “nefret objesi” haline getirmekten kaçınmadı ve öncelikle taraftarlarında karşılık bulmanın yollarını aradı.
Mesajını halka değil de, kendisini orada tutan “iradeye” ve CHP tabanına verdi sanki. Belki de “Bu iş Kemal Bey’le olur, başkasını aramayalım” dedirtmeye çalıştı.
Bir de nezahet...
Hiç nezih bir görüntü vermedi kampanya süresince.
Sürekli “tahkir ve tezyif” sözcükleri kullandı.
Muhalefet etmekle “düşmanlaştırmak” arasındaki ince çizgiyi sürekli ihlal etti.
Sevenleri ve medyadaki destekçileri sitayişle karşılayabilir ama “Angus sığırı”, “deli”, “ağacı silkeleyin, belki Recep düşer”, “dişlerini sökeceğim senin”, “kalpazan”, “yandaşlarınla birlikte Yüce Divan’da hesap vereceksin”, “statükocunun Allah’ı...” gibi ifadeler, bin bir emekle oluşturulmuş “mütevazı adam” imajını yıktı; itici, sevimsiz ve sıkıştığında yalan söyleyen bir Kılıçdaroğlu imajı çıkardı ortaya...
Daha da önemlisi, “yeni CHP” iddiasıyla kalkıştı ama hep eski CHP’nin hastalıklarını savundu...
Kemal Bey hangisi olacağına karar vermeli artık...
Darbe sanıklarına kucak açan, “Biz Atatürk’ün partisiyiz” iddiasını sürdüren, yaşam tercihlerine dayalı bir muhalefet yapan eski CHP mi olacak, yoksa yeni şeyler söyleyen ve halkla dirsek temasını kaybetmemiş yeni CHP haline mi gelecek?
Kararını versin...
Bir de öyle bakalım durumuna.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.