"2 saat önce..."
Merak ettiğimiz konu bir alana kilitlenince, başka alanlardaki çarpıklığı göremeyebiliyoruz.
Kenan Evren'in, 12 Eylül'ün Amerika ile ilgisi konusundaki ifadelerinde de böyle oldu.
Biz, Türkiye'deki ABD'li görevlilerin geçtiği "Bizim çocuklar darbeyi yaptı" mesajından yola çıkarak, 12 Eylül'ün Amerikalılar'ın inisiyatifi ile gerçekleştiğine inanmıştık. İhtilalden sonra NATO'nun ABD'li Komutanı William Rogers'ın planı çerçevesinde Yunanistan'ın NATO'ya alınması da, bu kanaati perçinlemişti.
12 Eylül sorgulaması çerçevesinde Evren'in ifadesi alınacaksa, tabii ki bu da sorulmalıydı. Nitekim savcının sorduğu 12 soru arasında bu da vardı.
Evren "Amerikalılara danışmadık" dedi. Ama sonrasında şunu söyledi:
-Sadece iki saat önce, Amerikalılar, Ankara'daki tank harekatının ne olduğunu sorunca "Söyleyin gitsin, idareye el koyuyoruz" deyin, dedim.
Bu görüntüye baktığımızda, Amerikalılar'a danışmak gibi bir şeyin olmadığını görüyoruz.
Tabii ki Evren'e inanmak zorunda değiliz, başka zamanlarda başka yollarla, mesela Tahsin Şahinkaya'nın ziyareti sırasında da böyle bir iletişim sağlanmış olabilir.
Ama ben, Evren'in bu "İki saat önce" ifadesinde ıskaladığımız şeye işaret etmek istiyorum.
Durum şu:
İki saat önce henüz darbe yapılmamış. Darbe hukuku yok. Ülkenin bir başbakanı var. Meclis'i var.
Bu arada Başbakan Demirel, tank harekâtının anlamını öğrenmek için Genelkurmay'ı arıyor ulaşamıyor. Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil kanalıyla ulaşmaya çalışıyor, yanlış bilgi veriliyor.
İki saat önce...
Ya da günler önce...
Ya da bir saniye önce... Yani fiilen, cumhurbaşkanının, başbakanın ve Meclis'in, meşru inisiyatifi ortadan kaldırılmış oluyor.
Ve tam da bu anda, Genelkurmay Başkanı, Amerikalılar'a bilgi veriyor.
Yani Türkiye ile ilgili olarak Amerikalılar'ın bildiği şeyi, cumhurbaşkanı, başbakan ve Meclis bilememiş oluyor.
Yani Amerika, darbe konusunda politika geliştirme imkânına kavuşuyor, Türkiye'nin Başbakanı devreden çıkmış oluyor.
Yani koca Türk Silahlı Kuvvetleri, Meclis'in ve başbakanın etki alanının dışına çıkmış oluyor.
Şöyle düşünelim:
Tam bu sırada Türkiye, çok hayati bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulunsaydı, darbeciler ne yapacaktı?
Tam bu sırada Amerika, Türkiye'ye karşı bir komplo planlamış olsaydı...
Kim bilir belki de Rogers Planı ile Yunanistan'ın NATO'ya alınması, askeri yönetim tarafından oluşturulan böyle bir zaaf ortamının ürünü olmuştur.
Darbe süreci Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, genel yönetim piramidinden kopması ile gerçekleşiyor.
12 Eylül'de, "iki saatlik" bir kopmanın değil, çok daha uzun süreli bir kopmanın eseri olmuştur.
Darbeye karar verilmesi ve "Darbe için müsait zamanın kollanması" denen süreç, o kopuş sürecidir.
Aslında zaman zaman, başka darbe girişimlerinde, komuta kademesi bile sürecin dışına itilmiş, mesela 27 Mayıs'ta, Genelkurmay Başkanı ve üst komuta heyeti, albayların inisiyatifi ile devre dışı kalmıştır. 12 Mart'ta komuta heyeti ancak 9 Mart operasyonu ile duruma hakim olabilmiştir. 12 Eylül'de ise "5'li çete" Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kullanıp, millet iradesini tasfiye etmiştir.
İhtilal başarılı olunca kendi meşruiyetini getiriyor. Ama sonuçta bu meşruiyet, gayrimeşru bir zeminden doğuyor. O gayrimeşru zemin, aslında ülke için büyük bir riski içinde barındırıyor.
Bana göre Evren, asıl kendi başbakanına vermediği bilgiyi Amerikalılar'la paylaşması ve ülkeyi içine sürüklediği bu risk sebebiyle yargılanmalı.
Amerikalılar'ın iki saat önce öğrendikleri darbeyi, hükümete bildirmemiş olmaları da, darbeye zımni bir onay anlamına gelmiyor mu? Bu da bir başka konu.
Demirel hükümetinin, burnunun dibine gelmiş darbeyi görememiş olması, burada yaşanan istihbarat zaafı da bir başka konu.
Dram içinde dram.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.