“Kapının Ardı Gurbet”
Kapının, yani evin dışını dahi gurbet sayan bir milletiz. Gurbet duygusu insandan insana değişiyor. Yerine göre mahallenin, köyün, şehrin, vatanın sınırlarını aştıkça mânası da genişler. Bu bakımdandır ki “karnının doyduğu yer vatandır” sözünü ham bir anlayış olarak görürüm. Oysa insanın karnı doysa da bir yerde, o yer yine de gönlün ve ruhun aç kaldığı bir gurbet diyârıdır.
Mezar bile gurbet Müslümanca düşünenlere. Mezar, “ben gurbet eviyim, ben içinde yalnız yaşanan bir evim” diyor iki türlü gurbet çekenlere. Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki, “Kabir, geçirdiği her gün dile gelir ve şöyle dermiş: Ben gurbet diyarıyım, bir yalnızlık eviyim… ”
Bir rivayete göre Nasrettin Hoca büyüğümüze ait olduğu söylenen “kapının ardı gurbet” ifadesi, gurbetten bizar olan insanımızın dilinden düşürmediği bir sözdür. Kimi zaman “beşiğin ardı gurbet”, kimi zaman “çalının ardı gurbet” veya “şu dağın önü sıla, ardı gurbet” demiştir kavruk yürekli Anadolu insanı. Adını hatırlayamadığım bir şair, “Beşiğin ardına gurbet demişler / Hepimizi gurbet kundağına belemişler” diyor.
Anadolu, gurbetin en çok dile geldiği yerdir. Birini dertli gördükleri zaman “aşınız, işiniz mi var gurbette?” derler. Sılasına dönmeyen oğluna “evlâdım, bayram mı var gurbette?” diye sokranır büyükler. Gereksizce her şeyi dert eden birine “gurbetlerden oğul mu beklersin?” diye serzeniş de bulunurlar.
Uzak bir memleketten Gesi’ye gelin olarak gelen kızın, anasına duyduğu ve kimselere söyleyemediği gurbet duygusunu nasıl dile getirir dersiniz: “Gesi bağlarının gülleri mavi / Ayrıldım anamdan gülmeyim gayri / Alımı yeşilimi giymeyim gayrı / Şu ardında anam var’mola / Gel otur yanıma başımın tacı / Ayrılık günleri ölümden acı / Garip anamda benim gibi yanar m’ola / Atma anam beni dağlar ardına / Kimseler yanmasın anam yansın derdime.”
Canlı görüntülü ve sesli dijital haberleşme çağında bu gurbet duyguları yaşanıyor mu dersiniz?
Anadolu’da bir asra yakındır kullanılan “gurbet trenine bindi gitti” ifadesini ilk gençlikte duyardım da şimdiki gibi sızlamazdı yüreğim. Şu zamanda gurbet trenine hiç binen gördünüz mü? Uzakları yakın eden (!) ruhsuz hızlı vasıtalardan dolayı gurbet duygusunu yaşamayan talihsiz zamane insanı, trenle gurbet duygusunun ve gurbetçinin hâldaş olduğunu bilir mi dersiniz?
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” türkü sözleri de kapının, yani evin ve köyün dışını gurbet olarak gören duygu ve düşünceden neşet etmiştir.
Doksan Üç Harbi’nden Birinci Dünya Harbi’ne kadar acılı Rumeli göçünün acılarını, yani evlâd-ı fâtihan neslinden olup da beş asırlık yurdundan koparılanların, evinden, bahçesinden ayrılmak mecburiyetinde kalanların gurbetini birinci ağızdan dinleyip gözyaşlarına boğulduğunuz oldu mu hiç?
Cem Sultan’ın, Fatih Sultan Mehmed’in tahtının selâmeti için, yâni “nizam-ı âlem” için memleketin kapısından çıkıp gâvur ellerine gitmesi, elem ve zillet dolu dünyalık bir gurbetten başka nedir?
Şair Refik Durbaş’ın “Gurbet ne yana düşer usta / Sıla ne yana / Hasret hep bana / Bana mı düşer usta?” mısraları para kazanmak için sılasından, yani evinden ayrılıp yâd ellere çalışmaya çıkan çocuk ve genç gurbetçilerin dilinden hiç düşmez.
Bir gurbetten bir gurbete durmadan uçan turnalar gibi ömrü gurbet ellerde geçenlerin hâli nicedir, düşündünüz mü?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.