Yeni meclisin kompozisyonu
Demokrasilerin öne çıkan en önemli özelliği halkın iradesini yönetime yansıtmasıdır. Hakimiyetin millette olması, milletin kendi kaderini çizme yetkisini muhafaza etmesi anlamına gelir bu. Çoğunluğun vereceği karara bağlı olarak yönetimin içi doldurulur. Çoğunluk yüzde elli ve fazlası anlamına gelir yani rakamlar işi çözer yürütür, komplikasyondan uzaklaştırır. İki artı iki nasıl dört ediyor ve kimse bunu sorgulamıyorsa, yüzde ellinin üzeri bir rakam da çoğunluktur, isterse yüz binde bir oranında fazlalık göstersin azınlıktan... Yani çoğunluğun diktası, sivil totaliterlik, halkın darbesi gibi kışkırtıcı kavramlar reel siyasette karşılık bulmaz. Duyguları sömürür, ilgi çeker ama bir şey ifade etmez. Çünkü formül açıktır. Yüzde elli fazlası, karşına ne getirirseniz getiriniz ve fazlası dediğimiz ne kadar küçük olursa olsun, karşısındakini yer yutar. Buna bir çeşit rakamların adaleti olarak da bakabilirsiniz.
Şimdi gelelim demokrasinin diğer bir kuralına. Demokrasi ne kadar çoğunluğun kararı çerçevesinde ilk adımı atmak, yönetimi şekillendirmektirse, bir o kadar da azınlığın haklarını refleksif olarak korumak, gözetmek demektir. Azınlık kaç kişiden oluşuyor olursa olsun azınlıktır, ne oranının büyüklüğüyle daha kıymetli hale gelir ne de küçüklüğüyle değersizleşir, daha da önemlisi ne de kimlerden teşekkül ettiğine bakılarak tesiri değişir. Yani bu azınlıktır ama işe yaramaz, çoluk çocuk veya fakir fukaradan oluşan bir azınlıktır, o zaman biz bunları hiç adamdan saymasak da bal gibi olur denemez. Gerçi ülkemizde çobanın oyuyla kendi oyunu bir tutmak istemeyen kendini bilmez müstehcenlik müptelaları vardır ama burası Türkiye, öyleyse her şey olabilir diye bakıp gülüp geçmek gerekir böyle yorumlara kulak asmadan.
İşte Türkiye’de tam da bu çerçevede sorun yaşıyoruz. Demokrasinin sonuçlarına katlanma noktasında problemimiz kilitleniyor. Katlanmak kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü oturmuş, gerçek demokrasilerin aksine bizimkisi gibi bata çıka işleyen bir ileri iki geri demokrasilerde yani demokrasi-yakını yönetimlerde kimi zaman halkın çoğunluk iradesine göre hareket etmek, kimi zaman da azınlığın haklarına itina göstermek içten gelen bir demokrasi olmazsa olmaz olarak değil, zoraki, hiç can istemeden ve hatta lütfedilerek yapılan isteksiz bir sabretme, hadi bu da oluversin napalımcılıklı bir omuz silkme haline bürünüvermektedir. Bizde bu durumun en ön plana çıkan tezahürü Kemalist elitin nerede konumlandığıyla gelişen hak iddiaları olmuştur geçmişte. Kemalistler azınlık dahi olsalar çoğunluk gibi hareket edebilmiş, sırtlarını dayadıkları militer güçle terör estirmiş, kanunları eğip bükmüş, kendi çıkarlarına hizmet ettirmiş, zirvedeki durağanlıklarını bu şekilde muhafaza edebilmişlerdir. Şimdi onlar tasfiye ediliyorlar...
Ama sistem hâlâ sağlıklı bir şekilde işliyor denemez. Çünkü azınlığın haklarının korunması bağlamında inatçılık devam ediyor, azınlığın azınlık olması ve haklarının demokrasinin bir gereği olarak korunması şartının şüphe götürür bir yanı olmaması değil de azınlığın rengi, dili, çehresi, kim olduğu endeksli bir siyaset güdülmeye çalışılıyor.
Bağımsız olarak oradan buradan, Türkiye’nin dört bir yanından seçilenlerin haklarını TBMM’de savunmak üzere belirlenen vekillerin diskalifiye edilme, saf dışı bırakılma harekatı bu duruma örnek teşkil ediyor. Bu insanları seçen halk küçümsenecek, göz ardı edilecek, görmezden gelinecek bir kitle midir?.. Durum demokrasinin neresine sığdırılır?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.