Hatip Dicle ve BDP boykotu
12 Haziran seçimlerine yeni Türkiye'nin ilk adımı olarak umutla bakıyordum. Umudumun nedeni de ilk kez yeni bir anayasa yapacak, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunları çözecek ilk adımı atacak olmamızdı.
Elbette bu sözleri söylemek kolay ama sorunların çözümü hiç de kolay değil. Çünkü hem yüzyıl öncesinden bugüne geliyor bu sorunlar, hem de elimizde hazır hiçbir reçete yok.
Tek bildiğimiz demokrasi içinde bu sorunları çözebileceğimiz...
İşin doğrusu demokrasi tecrübemiz açısından da parlak bir durumda değiliz. En başta siyasi partilerimiz ne yazık ki ülkenin temel sorunları konusunda "ortak" çözüme yakın durmuyor.
Kurumlarımız da eski Türkiye'nin mirası...
Eski Türkiye, gerçekten her şeyiyle eskimiş durumda. Ne anayasası, ne kanunları, ne kurumları, ne de yönetmelikleri yeni Türkiye'yi taşıyamıyor. Siyasi Partiler Yasası'na, Terörle Mücadele Kanunu'na bakın, her yönüyle Türkiye'nin imza attığı uluslararası sözleşmelere uymuyor.
Seçim sürecinde bağımsızlarla ilgili YSK kararını hatırlayın. Günlerce Türkiye bu kararın gerilimini yaşadı. Önceki gün de YSK'nın Diyarbakır'dan bağımsız seçilen Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşürme kararı gündeme bomba gibi düştü.
Ardından BDP'nin Meclis'e gitmeme kararı geldi. Bu belki de siyasi tarihimizde ilk olacak. 35 milletvekiline sahip Kürt siyasi hareketinin Meclis'te olmaması başlı başına siyasi bir sorun.
Ama olup bitenler bu kadarla da sınırlı değil. Ergenekon davasından yargılanan Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay'ın da tutukluluk durumunun kaldırılması da reddedildi.
Böylece seçilmiş olmalarına rağmen onlar da Meclis'e gidemeyecek. Bu kararın gerekçesi ne kadar Ergenekon davasının özüne dayanıyorsa, hukuk sadece hukuk kurallarından oluşmuyor. Ortada bir hüküm yok ve delil karartma gerekçesi de artık kimseye inandırıcı gelmiyor.
Bu yaklaşım KCK davasından seçilen 6 kişi için de uygulanırsa tam bir çıkmaz sokağa gireriz.
Düşünsenize bu insanların aday olmalarına itiraz edilmiyor, seçim süreci boyunca bu konuda sorun çıkabileceği söylenmiyor ve seçim yapıldıktan sonra ortaya bu sorunlar çıkartılıyor.
Artık şu gerçeğin anlaşılması gerekiyor, eskimiş hukuk normlarıyla yeni Türkiye'nin kurulamayacağı ve yeni siyasetin yapılamayacağı çok açık...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kendisi de böyle tersliklerin yaşandığı bir süreçten buraya geldi.
Bu çarpık durumun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Bu seçime Türkiye toplumu bu nedenle yüksek düzeyde katılarak artık bu gidişe bir son verilmesini istedi. Meclis'te yüzde 95'e yakın bir temsil gücü var.
Sadece iktidar partisinin değil, muhalefetin de çözümün bir parçası olması gerekiyor. İktidar bugüne kadar bu terslikleri gidermediği için bu noktaya gelindi.
Şimdi iktidar ve muhalefetin birlikte bu gerilimi atlatacak adımları atması gerekiyor. BDP'nin siyasi bir parti olarak bir milletvekilinin düşürülmesine demokratik tepki göstermesinden daha doğal bir şey olamaz.
Ama Meclis'e girilmemesi siyaseten çok sert ve önümüzdeki süreci de derinden etkileyecek bir karar. Türkiye böylesi bir kararı ilk kez yaşıyor. BDP'nin önümüzdeki günlerde bu kararı gözden geçireceğini umuyorum. Ve umuyorum onların bu ilk çıkışları Meclis'i harekete geçirir ve Türkiye bir an önce yaşadığımız demokrasi ayıplarından kurtulur.
Yasaları değiştirmek için siyasi mücadele elbette gerekiyor ama Kürt halkının yüzde 10 barajına rağmen sandıkta devrim yaparak 35 kişiyi Meclis'e göndermesinin gereği de yapılmalı.