Kaosçunun istediği oldu
Ne güzel başlamıştı her şey...
Liderler “uzlaşma mesajları” vermişti... Yeni bir sayfa açılacaktı... Yeni bir anayasa yapılacaktı...
Daha da önemlisi, BDP’nin desteklediği adaylar “mücadelelerini” meşru platformda sürdüreceklerdi ve bu “durum” Kürt siyasal hareketinin şiddetle irtibatını koparma konusunda “umutlu bir başlangıç” olacaktı...
Her şey iyiydi...
Her şey tozpembeydi...
Fakat, YSK diye bir karar organı çıktı ortaya.
Sözünün üstüne söz tanımayan bu “nihai karar organı”, önce kimi adayların adaylıklarını iptal etti, sonra kendi iptalini “iptal” ederek adaylara yeşil ışık yaktı.
Ve Türkiye, çok korkunç üç gün geçirdi.
Molotoflu gösteriler, yağmalanan dükkânlar, yakılan otobüsler, soğukkanlılıktan ve sağduyudan uzak mesajlar, aba altından terör sopası göstermeler...
Kötü başladı, iyi sonuçlandı...
Yaşadığımız gerginlik de yanımıza kâr kaldı.
Derken, aynı YSK, önceki gün, ilk iptal kararından sonra adaylığına yeşil ışık yaktığı Diyarbakır bağımsız milletvekili Hatip Dicle’nin milletvekilliğini elinden aldı.
Kararında haklıydı.
Ama aynı zamanda haksızdı.
Haklıydı, çünkü siyasal bir suçtan hüküm giymiş adayların milletvekilliği tescil edilemezdi, bu durum yasaya aykırıydı.
Haksızdı, çünkü Hatip Dicle’nin durumu küçük bir araştırmayla ortaya çıkarılabilirdi. Yani iş “adaylık” aşamasında bir neticeye bağlanabilirdi.
Hatip Dicle’nin de haksız olduğu bir nokta var.
Mahkûmiyet kararı (ilk derece mahkemesinin ihmali sonucu) Adli Sicil Kayıtları’na geçmediği için, durumunun yemin töreninden sonra ortaya çıkacağını yahut çıkarılacağını düşündü ve bir anlamda “uyutma” yolunu seçti.
Bu konuda YSK’yı bilgilendirebilirdi.
Bilgilendirmedi.
Ve sonuç, “kaosçuya” yaradı.
Üç taraflı ihmalin ceremesini şimdi biz çekeceğiz... Türkiye çekecek...
Bir de, mahut “adli ihmali” gerekçe göstererek parlamentoyu boykot edeceğini söyleyen BDP var.
Ki, hiç sorumlu ve sağduyulu davranmıyor.
Meclis’i boykot etmek, “biz onların parlamentosuna mecbur değiliz” diyerek toplumda ayrılıkçı duyguları körüklemek, yasama faaliyetini işlevsizleştirmeye çalışmak, şiddet çağrısı yapmak, aba altından terör sopası göstermek, “yakarız, yıkarız, dağa çıkarız” demek, evet, küçük bir seçmen grubunun taşkın hissiyatına tercüman olabilir ama daha çok “kaosçu”nun elini güçlendirir.
BDP, 53. dönemde zaten yoktu.
Hiçbir yasama faaliyetine katılmadı.
Hiçbir “iyileştirici” karara imza atmadı.
Hiçbir uzlaşma çağrısına olumlu cevap vermedi.
Vardı ama yoktu...
Parlamentoyu kendi yokluğuyla tehdit etmek, ancak ve sadece oynamaya niyeti olmadığını gösterir... Ve zaten oynamaya niyeti yok.
Haberal ve Balbay’a gelince...
Tahliyelerinin önündeki engel nedir, bilmiyorum... Gönlüm, parlamentoda olmalarını istiyor.
Parlamenter sisteme yönelik bir “kalkışma” içinde oldukları gerekçesiyle içeride tutuluyorlar.
Parlamentoyu “kurtuluş” görmeleri ise, apayrı bir durum...
Hatta, apayrı bir ironi.
Fakat, vekillikleri devam ediyor.
En azından milletvekili muamelesi görecekler, milletvekili maaşı alacaklar.
Dileğim, bir an önce tahliye edilip, “yasama faaliyetine” katılmaları.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.