Bezm-i Elestten Gurbete
Bezm-i elestten beri gurbetdeyiz anlayana. Bezm-i elestte, yani Rabbin huzurunda ruhların bir araya gelip tanıştığı ilk toplantıdan sonra başlayan gurbetin hikâyesidir dünya hayatımız. Bezm-i elestte, yani Rabbin huzurunda ruhların bir araya gelip tanıştığı ilk toplantıdan sonra başlayan gurbete yollanışın hikâyesi dünya hayatının başlangıcıdır.
Mevlâna, “Bezm-i elest sâkisi (Allah c.c) bu süfli çorak toprağa, yani insana bir damla aşk şarabı saçtı. O aşk şarabıyla diyar-ı gurbete geldi insan” diyor. “Biz vatanımızdan ayrılmışız, bu yüzden yorgunuz, sınanmadayız. Vatandan ayrı düşen nasıl kendine güvenebilir” diyerek, “Bezm-i elest sâkisinin” sunduğu aşk şarabını dünya gurbetinde en güçlü tâlim olarak görüyor.
Demek ki gurbet, onu karanlık görenler gibi değilmiş. Mesnevi’sinde “Ne kadar gurbet çekersen akraban ve vatanın o kadar tatlı olur” diyor. Ardından “her kim ki, kendi aslından uzak kalır, daima o asla dönmeye çalışır” diyor.
“Müslüman kültüründe trajedi yoktur” diyor üstadlarımız. Gurbetin hikâyesinde trajedi değil, manevî olarak “asıl sevgili”den, bir bütünden uzak kalışın ve sürgünün hüznü vardır. Trajedi, hakikatten “kopuş” demektir. Batı’nın, yâni seküler ve materyalist bir zihniyetin çıkmazıdır.
Gurbet duygusunun kaynağı İslâmîdir. Müslüman insanın “asıl vatana” tekrar ulaşmanın çabası ve ıstırabıdır. Bir ehl-i irfanın bu hususta dediklerini hatırlamak gerek: “Her türlü gurbetin iksiri, Allah’a kurbettir (yakınlık). Tasavvuf âlimlerine göre madde âlemi ruh için gurbet diyarıdır. Çünkü ruh “düşme” neticesinde madde âlemine, yani gurbete gelmiştir. İnsan ölümsüzlüğünün yönü olan ruh için maddî âlem gurbettir. Fuzulî üstadın dediği gibi “elbet gurbete düşen vatanını hatırlayınca ağlar.”
Evvel emirde ten kafesinde gurbeti yaşamak hazreti insana mahsustur. “Âdem Aleyhisselâm’a göre dünyanın bir adı da yalnızlıktı.” Hz. Âdem, dünya gurbetine yalnız gönderildiğinden ikinci bir gurbet daha yaşar. Çünkü Havva anamız kendisinden yüz yıl sonra dünya gurbetine indirilir.
Nazan Bekiroğlu, “Lâ” adlı kitabında Hz. Âdem’in dünya gurbetine gönderilişini hurufata dökerken gurbetten titreyen kelimeleri tercih etmiş: “Ben de dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yormayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken Âdem gibiyim. Hz. Âdem’in dünya gurbetini “Düşme” kelimesiyle anlatmış. İlk peygamberin cennetten dünyaya düşmesini şöyle anlatır:
“Evveli ahiri cennetti Âdem’in. Araya, Buldu Redifli bir dünya doldu. Cennet sürgünü kendisini dünya yolcusu buldu. (...) Alemlerin Rabbi’nin affettiğini de bilmişken. Ferahlamışken. Çok geçmedi. Uğultu dindi, (...) Belli ki kelâm inecekti cennet sakinlerinin üzerine, ilâhi hitap işitilecekti. Azap etme değil azarlama vardı bu hitapta. Sonsuz ceza değil, kaderin hükmü gerçekleşirken, vasıtasız aracısız son bir kınama. Son bir hatırlatma, uyarma (...) Azamet zamiriyle Biz, deniyordu. Bundan sonrası Meydan-ı kaza. (...) Hüküm tamamlandı: Ve dünyada bir süre kalın. Yankılanan cümlenin öznesi çoğuldu. Görünürde Âdem’le Havva’ya hitap ediliyordu.(... ) Demek cennet burada bitiyordu. (...) Çıktılar cennetten. Her şey geride kaldı. (...) Bir acıyla sürgünlüğü başladı.(...) ”
Gurbete dayanmak kolay mı? Hz.Yusuf’un, haset eden kardeşlerince başına gelenler, sonu nebîliğe varan bir gurbet hikâyesi değil midir?
“Yitirdim Yusuf’u Kenan İlinde” diyerek kalbi sızlatan bin miligramlık gurbet nasıl bir gurbettir? Kuyu gurbeti çekmek, kuyu gurbetine terk edilmek nedir bilir misiniz? İlk gurbetini kuyu içinde çeken, sonra Mısır gurbetlerinde sınanıp nebi olan Hz. Yusuf’un gurbetine selâm olsun.
Onun içindir ki “Kıssa-ı Yusuf” taki söyleşileri okurken Hz. Yusuf’un gurbet imtihanı yüreğimizi dağlar hep: “Yusuf aydur siz beni satar musız / Hasret gurbet meydanına atar musız.” Vay o güzel nebinin çektiği gurbete!
Nesimi de vahdet-i vücud anlayışıyla “Hakikat emrini duyaldan beri / Yitirdim Leylâ’mı gurbet gezerim / Mecnun gibi aşka uyaldan beri” mısralarıyla Hakk sevdasının hâtırı için gurbet dediği dünyada eğleştiğini dile getiriyor.
Züleyha’nın Yusuf aşkı için çektiği gurbet yaratılmışların içinde en ağır gurbet imtihanıdır. Şeytana uyup ve yalan söyleyip Yusuf’un zindana gönderilmesine sebep olmasıyla başlar Züleyha’nın gurbeti. Züleyha’nın ağır gurbetzedeliğini yine Nazan Bekiroğlu’ndan dinlemek lâzım: “Âh benim, Âh benim! Ey adım adıyla yazılacak olan, sularıma dökülen karanlık olan, yoklarımı örten aydınlık. Ey kalbimle seven
Ey kalbiyle sevdiğim. Muhabbeti kolay giyilir libas olmayan. Vahayı terkedip çölün rahmetine düşen defterim. Âh kerim, yitik ezel gülü vasfınca sahiplendiğim.”
Tasavvuf ve Kur’an âlimi Osman Hulusi Efendi’nin yakînlerinden ehl-i irfan İhramcızâde Kemal Toprak Efendi “Garibu’llâh” redifli şiirinde gurbetçilere öğüt veriyor: “Yetiş gurbette kalma / Garibu’llâh’a yol bul kim.”
Hz. Ali efendimizin “Akıl, gurbette yakîn bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir” sözü zâhirî anlamda çokça kullanılsa da bâtınî anlamıyla gurbetini iyi tanımayan ve gaflete düşenler için üzerinde tâlim edilmesi gerekli mübarek bir sözdür.
Bezm-i elestte “beli” diyerek Rabbimize verdiğimiz söz üzere gurbet imtihanını kazanıp asıl vatana gönlü kavî, imanı tam olarak dönüş yapan gurbetçilerden olmak ne güzel.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.