Ebu Hanîfe Cafer es-Sadık ve tarikat
"Hocam size danışmak istediğim konular var açık ve net cevaplar verirseniz sevinirim.
Sorularım tarikat almayla ilgili. Deniliyor ki her müslümanın tarikat alması gerekir; nitekim tarikat almayı gerektiren en önemli hususlardan biri olarak şu gösterilmekte: ALLAH katında son nefesteki iman önemlidir. Ölüm döşeğinde son nefesi verirken şeytanın insanı kandırma olasılılığı çok büyüktür, şeytanın orada bizi kandırmasına izin vermememiz için bir hak dostundan tarikat almamız gerekirmiş. Son nefeste o hak dostu gelir şeytanın insanları kandırmasını önlermiş. Bu doğru mudur?
"İnsanların ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar şeytanın alimliği karşısında hiçbir işe yaramadığı, şeytana mağlup olup imanımızı kaybetmememiz için tarikat almamız gerektiği; buna İmam-ı azamın 'Son iki yılım olmasaydı Numan helak olurdu' sözünü örnek olarak veriyorlar. Denildiğine göre İmam-ı azam son iki yılında tarikat almış ve helak olmaktan bu sebeple kurtulmuştur. Helak olmamaktan kasıt ahirete imanlı gitmiştir. İmam-ı azam bu sözü gerçekten tarikat aldığı için mi söylemiştir?
Hocam bir kusurumuz olduysa cehaletimize verin cevabınızı bekliyorum."
Tasavvuf eğitimi almanın faydasından söz etmek başkadır, mümin, Müslüman, cennetlik olmak için tarikata girmenin gerekli ve şart olduğunu söylemek; böyle inanmak ve iddia etmek başkadır.
Birinci söz ve inanç, ehl-i sünnet alimleri arasında bile tartışılmış; bunu benimseyenler olduğu gibi kabul etmeyenler de olmuştur. Ben, Allah Resulü (s.a.)in izinden giderek, İslam'ı onun gibi anlayıp kendi kabiliyeti ölçüsünde uygulayarak onun irşad gücüne kısmen de olsa varis olmuş bir mürşid ile irtibat kurmak suretiyle ondan istifade etmenin faydalı olabileceğine inananlardanım.
Allah'ın makbul bir kulu, salih bir mümin olmak veya son nefesinde imanını kurtarabilmek için mutlaka bir tarikata girmenin gerekli ve şart olduğunu söylemenin, buna inanmanın ise kişinin imanına zarar vereceğini şüphesiz olarak söylüyorum. Allah Resulü (s.a.) "Size iki şey bırakıyorum; bunlara sarıldığınız sürece asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı ve benim sünnetim" buyuruyor.
İmam Ca'fer es-Sadık Ehl-i sünnete göre de Ehl-i beyt'ten olan, mübarek ve alim bir zattır, müctehiddir, ictihadına itibar edilir. Ama yine büyük bir fıkıh alimi ve mezheb imamı olan Ebû-Hanîfe'nin ona -tarikatına girme manasında- intisap ettiği de, fıkıh dersi aldığı da sabit (doğru, sahih) değildir. Bazı Şî'a alimleri de bu sözü naklederler, ama sonradan -Ebu Hanife şîî olmadığı için- onun yolundan saptığını söylerler.
Ebû Hanîfe ile Ca'fer es-Sadık aynı yılda doğmuşlardır, Ebu Hanîfe Kûfe'de, Ca'fer es-Sadık Medîne'de yaşamıştır, Ebu Hanîfe'nin hocaları bellidir, bunlar arasında İmam Ca'fer yoktur.
Büyük mürşid İmam-ı Rabbânî Mektûbât isimli kitabında şöyle diyor (C. I., 48. Mektup):
"Mevlâna Kılıç Muvaffak, İslâm'ı öğrenen talebe ile, sofîler için bir miktar para gönderdiğini yazıyor. Önem bakımından, ilim taliblerini sofîlerden önce tutmasıyla, gerçekten iyi yapmış...
"Talebeyi öne geçirip onlara daha çok önem vermekte, şerîatı tervîc ve teşvîk vardır. Çünkü onlar, şerîatı sonraki nesillere taşıyan kimselerdir. Mustafâ'nın (s.a.) getirdiği din, onlarla ayakta durur. İnsanlar kıyamette, şerîattan sorguya çekilirler, yoksa tasavvuftan değil! Gerek cennete girmek, gerekse ateşten uzak kalmak şerîatı (onun emir ve yasaklarını) yerine getirmeye bağlıdır. Kâinatın en ulu kişileri olan peygamberler, halkı yalnız şerîatâ davet etmiş, kurtuluşu ona bağlamışlardır..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.