Bu karar savaş çıkartır!
Suriye ile bölge ülkeleri ya da Batı arasında ne zaman kriz patlasa Lübnan'a bakılır. İran'la ilgili krizler ne zaman tırmansa Lübnan'a bakılır. Bölge içi güç mücadelesinde, İran-Suudi Arabistan kamplaşmasında ne zaman gerilim olsa Lübnan'a bakılır. İsrail ile bölge ülkelerinden biri arasında sıkıntı arttığı anda yine Lübnan'a bakılır.
Hep öyle yaptık, öyle de yapmaya devam etmeliyiz.. Çünkü bölge içi ve bölge dışı güç mücadelesinin test edildiği kritik alanlar vardır. Lübnan bu test alanlarının en önemlilerinden biridir. Ülke içindeki etnik, dini ve mezhep eksenli farklılıklar yüzünden son derece kırılgan ilişkilerin hüküm sürdüğü bu ülkenin iç sorunları yeterince endişe verici iken böyle bir test alanı yapılması vahimdir.
İran-İsrail kapışması, İran S. Arabistan kapışması, İran ABD kapışması, Suriye ile bu ülkeler arasındaki güç mücadelesi ilk kanı Lübnan'da akıtır. Oraya bakınca, asıl savaşın kimler arasında yapıldığını, oyunun nasıl tezgahlandığını çok daha net bir şekilde görürüz. İsrail ile Hizbullah arasındaki son savaş, böyle bir şeydi. Bunun bir ayağı da Filistin iç savaşı ve İsrail'in Gazze saldırısıydı.
"ABD ya da Batı, İran'a askeri müdahale yapacaksa önce Lübnan'da savaş çıkar" derdik. Şimdi bunu genişletiyoruz. Bu güçler "Suriye'ye müdahale edeceklerse savaş önce Lübnan'da patlayacaktır." Karşıt güçlerin uç noktaları, temas noktaları Lübnan'dır çünkü. Test alanı burasıdır. İlk tepki buradan verilir...
Bu yüzden, acımasız iç savaşlara, işgallere sahne olan Lübnan'da yeniden endişe verici gelişmeler bekleyebiliriz. İran bugüne kadar kendine yönelen tehditleri Lübnan'da, sınırlarının çok uzağında durdurmayı başardı. Şimdi Suriye için aynısı söz konusu olacak.
Bugünlerde gözlerimiz Suriye'de iken, Beşşar Esad yönetiminin ayakta kalıp kalamayacağı ölçülürken, Libya'da olanlar bu ülkede olur mu tahminleri yürütülürken önerim; bir gözümüzün Lübnan'da olması yönünde. Daha şimdiden, Suriye krizi bölgesel krize dönüşme aşamasına gelmişken, İran ve Türkiye'yi içine almak üzereyken Lübnan'dan sesler gemleye başladı. Tahminlerimizde yanılmıyorsak bu sesler daha da yüksek çıkacaktır.
Birleşmiş Milletler, 14 Şubat 2005'te suikaste uğrayan Refik Hariri için yürüttüğü soruşturma sonucunda Hizbullah'ın dört üst düzey yetkilisi hakkında tutuklama kararı verdi. İlk bakışta, yürüyen bir soruşturma çerçevesinde doğal gibi görünen kararın zamanlaması son derece dikkat çekici. Suriye'nin iç savaşa girmek üzere olduğu, rejim değişimi projesinin tüm şiddetiyle uygulandığı, İran-Suriye aksının müthiş bir dayanışma sergilediği günlerde oluyor bu.
Olayı hatırlayalım ve bir suikastin ne büyük sonuçlara yol açtığına bakalım:
Hariri suikastinden önce Suriye sorumlu tutuldu. BM harekete geçirildi, Taif Anlaşması hükümlerince Lübnan'da bulunan 40 bin kişilik Suriye ordusu bu ülkeden çıkarıldı. Batı dünyası bir Ortadoğu lideri için seferber olmuştu! Lübnan sokakları harekete geçirildi. Suriye-Lübnan ilişkileri koptu. BM soruşturmasını yürüten Alman Savcı'nın İsrail istihbaratıyla bağlantıları ortaya çıktı. Yeni savcı atandı. Suriye askerlerinin çekilmesi Lübnan'ı tamamen savunmasız bırakmıştı. Beklenti İsrail'in Lübnan'a girmesiydi ve öyle oldu. İsrail-Hizbullah savaşı başladı. Amaç hem Suriye'yi hem Hizbullah'ı denklemden çıkarmak, İsrail'in elini rahatlatmaktı. Bir suikast üzerinden bölgesel denklem kuruluyordu. Bunlar olurken Lübnan'da ardı ardına bombalar patlıyor, suikastler düzenleniyor, Suriye karşıtı gösteriler yapılıyordu.
İsrail Hizbullah direnişini kıramadı, ateşkes istedi. Ama hedef ortada duruyordu, hiçbir şey başarılamamıştı. Lübnan'a yerleştirilen BM gücü üzerinden Hizbullah'ın silahsızlandırılması denendi, kısa zamanda bunun mümkün olmadığı anlaşıldı. Hedefe yine varılamamıştı.
BM soruşturması bu sefer Hizbullah'ı hedef aldı. Hariri'yi onlar öldürmüş ya da İran ve Suriye ile birlikte suikasti yapmıştı! Yöntem aynıydı. Nihai amaç İran'ın Lübnan'daki elini kesmek, Suriye'yi mahkum etmek, Hizbullah'ı tasfiye etmekti. Yeni durumu gören Hizbullah, Lübnan hükümetindeki bakanlarını istifa ettirdi, hükümet düştü, kriz başladı.
Karşılıklı müthiş bir restleşme, satranç oyunu izliyorduk. Şimdi Meclis'te çoğunluğu sağlayan grup adına Hizbullah ağrılıklı bir hükümet kuruldu, Hariri cephesi muhalefete geçti. ABD'nin terör örgütü gördüğü, Avrupa ülkelerinin televizyon yayınlarına bile yasak koyduğu Hizbullah, Lübnan'da hükümet olmuştu.
Yeni bir dönem başladı. Tunus'tan İran'a kadar bütün bölgede fay hatları hareketlendi. Liderler, rejimler devrilir oldu. Deprem bu gün Libya'da iç savaş ve işgal, Suriye'de iç savaş ve kitlesel isyan, Yemen'de bin bir oyun şeklinde devam ediyor. Özgürlük mücadeleleri üzerinden bölge içinde İran-S. Arabistan arasında kıyasıya bir güç mücadelesi izliyoruz. İran-Suriye-Hizbullah aksı'na karşı Batı'nın topyekun harekete geçtiğini görüyoruz. Ülke içi ve bölge içi hesaplaşmalar izliyoruz.
İşte tam bu sırada, test alanı olan Lübnan'da, en derin kriz gündeme taşınıyor. İran yanlısı Hizbullah ile S. Arabistan yanlısı Hariri bloku arasındaki çatışma kan davası üzerinden yeniden servis ediliyor. BM'nin tutuklama kararının zamanlamasına ve Lübnan'da yol açacağı gerilime dikkat çekmek istiyorum.
Suriye krizi, Lübnan'da iç savaşa dönüşebilir ya da Hizbullah İsrail savaşı her an patlayabilir...
Bütün bunların; Avrupa'da ekonomik krizin sosyal patlamalara yol açtığı, Batılı ülkelerin kredi için Çin'in önünde diz çöktüğü, şirket değil devlet iflaslarının yaşandığı tarih aralığında olması bambaşka bir tartışma konusu. ABD, 11 Eylül olaylarından bu yana 4 trilyon dolar harcadı savaş için ve bu devam ediyor. Yine aynı dönemde 258 bin insanı öldürdüler. Tabi bütün bunlar resmi ve kayıt altına alınan veriler.
Böyle bir dönemde bölgesel savaşlara yatırım yapılıyor. Sonrasını kimsenin kestirebildiğini sanmıyorum. Ama gerçekten bir tarihsel kırılma yaşıyoruz. Bu yüzden, bölgemizdeki en küçük hareketler bile çok daha büyük bir dikkatle izlenmeyi hak ediyor. O zaman, BM kararının etkilerini hep birlikte izleyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.