Layihalardan raporlara değişmeyen gündem
Osmanlı'da devlet çarkının bozulması Kanuni Sultan Süleyman'a kadar geriye dayandırılır. O dönemde ıslahat veya reform sözcüğü henüz iştihar etmemiş ve sınırlı bağlamda, dini anlamda ve emr-i bi'l maruf ve nehyi ani'l münker çerçevesinde kullanılmaktadır. Fransız Devrimi'ne kadar ve sonrasında da ıslahat kavramı kullanılmakla birlikte Fransız Devrimi'nin estirdiği Batılılaşma rüzgarlarıyla birlikte ıslahat daha kurumsal anlamda Tanzimat sürecine dönüşmüştür. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ve sonrasında ıslahat dinidir ve İmam Birgivi ve halefleri/ardılları o dönemde devlet katında ıslahatı devlet namına değil din namına istemişlerdir. Zira devletin kıvamı dindedir. Ardından daha teknik ıslahat teklifleri gündeme gelmiştir. Koçi Bey Risalesi bunlardan birisidir. Tanzimat'tan itibaren ise ıslahat Batılılaşma bağlamında anılır ve yürütülür olmuştur. Tanzimat ile birlikte ıslahatın istikameti değişmiştir. Devlet çarkını Batı'ya uydurma çabası olarak yürümüştür. Tanzimat dönemi, ıslahat layihalarının peş peşe geldiği ve sökün ettiği bir zaman dilimi olmuştur. Batılılaşma evrimi, sonunda 1923 yılında devrime dönüşmüştür. Osmanlı döneminde layihalar birbirini kovalamıştır. Mustafa Fazıl Paşa, İzzet Molla, Mizancı Murat Bey ve Ahmet Rıza reformlar demeti için devlete layiha takdim eden meşhur zevattandır. Keza Muammed Abduh gibi zevatın da özellikle eğitim alanında Sultan Abdulhamid Han'a layiha takdim ettiğini biliyoruz. Bu layihalar devletin işleyişini ve seyrini sağlığa kavuşturmaya matuf belgelerdir. Kimi uygulanmış kimisi ise tayyı nisyana terk edilmiştir.
Lakin en önemli devlet layihalarından birisi Prens Sabahaddin'in ademi- merkeziyet esasını getiren 1901 tarihli layihasıdır. Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? gibi kitaplarında aslında Wilson Prensipleri yankılanmıştır. Veya liberalizme yakın görüşler ifade etmiştir. Önce yolu Jön Türklerle kesişse bile arkasından İttihatçılar adem-i merkeziyet fikrinden merkeziyet fikrine dümen kırınca yolları ayrılmış ve Prens Sabahaddin bambaşka bir cereyanın başına geçmiştir. Bu da Ahrar fırkasıdır. Yolların ayrılış noktasında İttihatçıların rakibi olmuştur. Daha sonra İttihatçıların masonik kısmı CHP'nin çekirdeğini teşkil ederken Ahrarlar da Demokratlara kirvelik yapmıştır. Çalkalanmalar sırasında bazen başka damarlarla birleşen ve ayrışan Ahrarlar bugün liberaller veya küreselciler namıyla anılmaya müsaittir. Günümüzde Prens Sabahaddin ve onun adem-i merkeziyetçi anlayışını temsil eden Cengiz Çandar gibi şahsiyetlerdir. TESEV adına yapılan Kürt raporu veya çağdaş layiha, Prens Sabahaddin çizgisinin devamıdır. Onun rengini taşımaktadır. Bu yol bizi ayrışmaya götürür. Prens Sabahaddin'in görüşleri Arap dünyasında da yankılanmış ve Reşid Rıza gibiler Arap Adem-i Merkeziyetçi Parti'nin başına geçmişlerdir. İttihatçı ve Adem-i Merkeziyetçi gergefinde ülke ve Osmanlı çatırdamış ve son nefesini vermiştir.
Günümüz de bir kez daha Osmanlı'nın son dönemini yaşıyoruz. Bu tünelden çıkmak ne Adem-i Merkeziyetçi anlayışla yani liberalizmle mümkün ne de İttihatçılığın ve katı merkeziyetçiliğin devamı olan Ulusalcılıkla mümkündür. İki zıt akım Türkiye'nin önünü tıkamaktadır. Esasında ikisi de Batı menşelidir. Osmanlı'nın son döneminde siyaseten İslami çizgiyi ve buna sadakati Şekip Arslan temsil etmiştir. Cengiz Çandar'ın, layihaların yerini alan raporunda hiçbir yenilik yoktur. Modern zamanlarda Prens Sabahaddin'in umdelerinin izdüşümü ve yankılanmasından başka bir şey değildir.
Maalesef az gittik uz gittik bir arpa boyu mesafe kat edemedik. Bugün ulusalcıların anlamadığı husus şudur: Ulusalcılıkla devletin bekasını temin etmek mümkün değildir. Ahrarcıların inandığı gibi de, liberalizmle hürriyet getirmek mümkün değildir. Ancak bu altın tasma ile esaret zinciri kuşanmak olur. Batı'nın getirdiği hürriyet Afganistan ve Irak ve dünyanın kalan yerlerinde acı bir biçimde denenmiş ve tecrübe edilmiştir. Kumlara görülmüştür. Liberalizm hürriyet değil aksine bir hayat tarzıdır. Batı hayat tarzıdır. Dine lakayt olmak ve ondan azat olmaktır. Ötesi teferruattır. Bundan dolayı çözüm İslami değerlerdedir. Bu topraklarla uyumlu Ahrarcılık, esasen hürriyet-i şer'iyye manasında İslam'da mündemiçtir. Keza Türk milleti de İslam'a kopmaz bir biçimde mezc olduğundan milliyetçilik de İslami çizgide erimiştir. Müstakil bir varlığı olamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.