Sütunumuzun hacmi belli.
Okuyucumuzun tahammül sınırı da belli. Onun için yazıları, hem sütun hacmini hem okuyucunun tahammül sınırını dikkate alarak yazmak zorundasınız. Bu durumda da bazen aynı konunun içinde işlenmesi gereken bir husus, ya bir cümlecik ile işaret edilerek geçiliyor ya da hiç temas edilme imkânı bulamıyor.
"BDP nereye?" başlıklı önceki günkü yazımda şu cümleler vardı:
"Şırnak ve Hakkâri'deki özel yapı için hükümetin de içinde bulunduğu karar vericiler ne düşünüyor mesela? BDP'nin "Kürdistan meclisi" hesapları nasıl yorumlanıyor mesela? Mesela?"
Başlıktaki soru BDP'ye yönelik gibi görünüyordu ama bir yönüyle de Türkiye'de olan bitenin nereye doğru gittiğini görmek zorunda olan herkese, hükümete, Meclis'e, yargıya, özetle tüm devlete yönelikti.
BDP, evet siyaset yapıyordu ama mesela AK Parti gibi, MHP gibi, CHP gibi siyaset yapmıyordu.
BDP ile CHP, Meclis'e karşı boykotta aynı çizgide gibi görünüyordu ama BDP'nin eylemi daha farklı bir çerçeveye oturuyordu.
Kandil vardı. PKK. Silahı siyasetin bir aracı haline getirmiş bir örgüt söz konusu idi. BDP ile ilgiliydi.
İmralı vardı, bir ömür boyu hapis sanığı vardı orada ve BDP ile ilgiliydi.
KCK vardı, silahlı-silahsız yeraltı örgütlenmesi idi ve BDP ile ilgiliydi.
DTK (Demokratik Toplum kongresi) vardı, bir geniş cephe faaliyeti olarak halk iradesini temsil iddiasıyla "de facto demokratik özerklik" ilan etmeye yönelen bir hareketlilik içindeydi ve BDP ile ilgiliydi.
Bu yapının, sadece bir ayağı, yani BDP, legal görünümdeydi.
BDP'nin sağında, solunda, önünde, arkasında durmakta olan öteki yapıların tamamı illegalite ile iç içe bulunmaktaydı.
Ama tüm bu illegal oluşumlar, sanki legal dünyanın bir parçasıymışlar gibi olağanlık kazanmaktaydılar.
Bu süreçte, Şırnak ve Hakkâri'de, neredeyse özel bir statü oluşmuştu.
Ve bu süreçte, BDP'nin Diyarbakır'da yaptığı grup toplantısı "Kürdistan meclisi"nin ilk adımı gibi değerlendirilmeye başlamıştı.
Üstelik DTK adına, Türkiye çapında temsil oluşturmak ve "fiili özerklik ilan etmek" için delege seçimi yapma yolunda adımlar atılmaktaydı.
Benim merak ettiğim şey şu:
Acaba şu üç hadise, iktidar için, Meclis için ve yargı için ne anlam taşımaktadır?
Hakkâri Yüksekova'da, sokak ortasında kurşunlanan sivil giyimli iki uzman çavuş ne anlam taşımaktadır?
Emre Uslu'nun şu notlarını devlet nasıl okumaktadır?
"Hakkâri ve kısmen Şırnak'ı ele alalım. Hakkâri'nin 15 km. yakınında, Türkiye sınırları içinde, PKK kamplarının bulunduğunu, PKK'lıların bu ve benzeri kampları bir işkence merkezi haline getirdiğini, istemedikleri, farklı sesler çıkaran kişileri bu kamplara kaldırıp sorguladıklarını sağır sultan biliyor. Hakkâri'de yurtların üzerine tabela astırılmadığını, farklı düşüncede olanların barındığı yurtlara sürekli saldırılar yapıldığını, bu yurtları ve okulları kiralayan mal sahiplerine baskı yapıldığını bilmeyen bir BDP'li var mı? Bilmiyoruz diyorlarsa yalan söylüyorlar." (Taraf, 6 Temmuz 2011)
Kürt sorununu sadece güvenlik perspektifli olarak ele almamak gerekir!"
Tamam.
Ama şu sayılanların bir "güvenlik sorunu" olduğunda da kuşku var mı?
Ya da tüm bu terör olgusunu, "güvenlik sorunu" dışına çıkarıp, "siyasal sorun" haline getirmenin, aslında, BDP-KCK-İmralı-Kandil ve sorunun "uluslararası uzantıları"nın stratejisine boyun eğmek anlamına geldiği, bundan sonra "güvenlik eksenli" tüm müdahaleleri zorlaştırdığı gerçeğine ne demeli?
BDP, terör örgütü ile iç içe bir strateji uyguluyor.
Ve ben, iktidarın-devletin bu stratejiye karşı sıcağı sıcağına tavır geliştirdiği konusunda çok mutmain değilim. Keşke yanılmış olsam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.