Taraftarlık, partizanlık, militanlık
Çevrelerine sarı-lacivert renklerin hakim olduğu taraftarlar durumdan rahatsızlar. Hatta bir kısmı takımlarına destek verir gibi kulüp başkanlarına destek veriyorlar.
Gönül verdikleri renkler ve belki de kazandıkları şampiyonluklar, daha önemlisi şanları-şöhretleri tehlikede. Savcılığın yürüttüğü soruşturmanın, tutuklamaların gerekçesi olan iddiaların doğru olması onlar için imkânsız. En hızlıları, doğru olsa bile kulüp yöneticilerinin dokunulmaz olduğuna inanıyor.
Ergenekon davası, çok sayıda tutuklu muvazzaf subay ve generalle devam ediyor. Üzerinde hâkî renk üniforma olanların bir kısmı görevi başındaki orgenerallerin cezaevinde olmasını hazmedemiyor. Dışarıda ordunun itibarının bu dava ile sarsılmasını istemeyenler de onlara destek veriyor. Ordu bu hale gelirse laik-cumhuriyeti kim koruyacak? Hem bir miktar kanun dışına çıkılmışsa ne olmuş? Amaç devletin ve rejimin korunması değil mi?
Deniz Feneri soruşturmasında devam eden gözaltıların da rahatsız ettiği bir kesim olmalı. 'Türkiye'de işler böyle olur, kimse cebine bir şey atmıyor ki!' diye savunmaya geçenler var. CHP'liler yemin krizini hukuka karşı kendi partilerinin giriştiği bir hilenin eseri değil, sadece AK Parti komplosu olarak görüyor.
PKK'nın işlediği cinayetlerin, Kürtlerin hakkını ve hukukunu koruma amacı taşıdığını düşünenler var. Şiddet göstererek, kan dökerek hayat sürmek onlar için yegane var olma biçimi. Hukuk mu? O sadece güçlülerin işine yarıyor.
Artık böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Türkiye'nin her köşe bucağına hukuk egemen oluyor. Kimsenin suç işleme ayrıcalığı bulunmadığını, hiç kimsenin dokunulmaz olmadığını savcılar ve yargıçlar hepimize tane tane anlatıyor.
Taraftarlar, partizanlar ve militanlar kendilerini aşan ve herkesi kapsayan genel doğrular olduğunu fark ediyor. Eşitsiz, adaletsiz ve hukuksuz bir dünyada bağlandığı renklerin, parti amblemlerinin veya örgütlerin gölgesine sığınıp emniyet arayanlar üstlerindeki çatının çöküp parça parça dökülmesini izliyor. Taraftarlığı, partizanlığı, militanlığı var eden sebepleri hukuk egemenliğini tesis ederek ortadan kaldırıyor. Adaletin vasî gölgesinde herkes kendisine bir yer buluyor.
Sandıktan çıkan uzun süreli bir demokratik iktidarın sağladığı istikrar içinde yargı kendi işini hakkıyla ve engel tanımadan görmeye başlayınca Türkiye'nin kimyası değişmeye başladı. Birdenbire her sorun kolaylıkla çözülür hale geldi. Yemin krizi şaşırtıcı bir hızla çözülüyor. Çünkü dışarıda bekleyen adaletin herkes farkında. Kürt sorunu birdenbire üstelik de kolayca çözülecek gibi duruyor. Ne PKK, ne de devlet içindeki çeteler hukuk düzeninin ürettiği adalete rakip olamıyor. Herkes aradığını artık bu adaletin içinde bulacak.
Türkiye'de sessiz sedasız ve aniden bir devrim yaşandı. Bir adalet devrimi. Artık biliyoruz ki kimsenin dokunulmazlığı, suç işleme ayrıcalığı yok. Öyleyse kimsenin kendini sağlama almak için güçlülerin ve dokunulmazların yanında yer edinmeye ihtiyacı kalmadı. Üstelik orada edinilecek yerin kimseye faydası da yok.
Bir toplumu dengede tutan, sağlıklı bir şekilde hayatiyetini sürdürmesini mümkün kılan temel direk adalete olan inançtır. Darbeler, karteller, örgütler, baronlar derken toplum adalet duygusunu yitirmişti. Şimdi bu duygu topluma yeniden egemen oluyor. Körü körüne taraftarlığın, mantık dışı partizanlığın ve ölümüne yapılan militanlığın anlamı kalmıyor. Çünkü herkes hakkını bu hukuk düzeni içinde arayacağına ve bulacağına inanmaya başlıyor.
Süren soruşturmaların, devam eden kovuşturmaların üstünde görülen bir güç var; karşımızda hukuku icra eden bir yargı düzeni duruyor. Herkese dokunuyor. En yükseklere tırmanıyor. Sınır tanımıyor.
Bu ülkede ekmekten, sudan, havadan daha değerli olan bir sermaye giderek büyüyor: Birbirimize ve ülkemize duyduğumuz güven. Geriye taraftarlığın, partizanlığın ve militanlığın gözlüklerini çıkartıp etrafa bu güven ile bakmak kalıyor.