Millî Eğitim ve Nureddin Topçu Yenimahalle ve Mehmet Âkif
Seçtiğimiz başlık metni, okumadan anlam çıkarılacak cinsten değil. İki konuyu bir yazıda ele alarak iki büyük şahsiyetimizle bugün arasında kurulması gereken ilişkiye dikkat çekmek niyetindeyim.
Mehmet Âkif’in yakın tarihimizde oynadığı rol, hayatıyla ortaya koyduğu şahsiyet çizgisi ve nihayet İstiklâl Marşı başta olmak üzere eseriyle uyandırdığı tesir tartışılmaz. Nureddin Topçu ise, 20. Yüzyılımızın gerçek düşünür şahsiyetlerinden. Esas olarak da eğitime, kendi tabiriyle “maarif”e yönelik fikirleriyle asla hatırdan çıkarılmaması gereken büyük bir isim.
Önce Milli Eğitimden başlayalım:
Elbette yeni Milli Eğitim bakanımız, yeni siyasî sorumluluğu dolayısıyla eğitimle, öğretimle ilgili kitapları hafıza tazelemesi tarzında, okuyor olmalıdır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bir sürü ıvır zıvır kitaplar yanında, meselenin özüne, ruhuna nüfuz eden az sayıda eser var. Benim ilk aklıma gelen merhum Nureddin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Davası” kitabıdır. Diyebiliriz ki, yalnız Nureddin Topçu, eğitimin, öğretimin, daha doğrusu “maarif”in ruhunu vukufla kavramış ve düşüncelerini de derinlemesine ifade etmiştir.
Benim zihnimden hiç silinmeyen bir sözü: Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir... Eğitimin yalnız bu cümlede ifade edilen hükme göre tanzimi mümkündür.
Millî Eğitim, esasında bugünkü haliyle “öğretim” bakanlığıdır. Eski-yeni, gerekli-gereksiz bilgilerin genç beyinlere aktarıldığı devasa bir cihazdır. Bu aktarma işinin ne derecede başarılı olduğu ayrı bir mesele, fakat bu bilgilerin gençleri tecessüs uyandırarak araştırmaya sevk etmesi durumuyla fazla karşılaşmıyoruz. Gençlerin ite kaka dahi olsa kitap okumaya, ufuklarını genişletmeye yönelik bir tutumlarının olmaması en güçlü delilimiz.
Her şeyi öğrenebiliriz. Burada iyi, kötü, doğru yanlış, faydalı faydasız ölçüleri olmayabilir. Kapasitemizin yettiği yere kadar öğrenebiliriz. Topçu, “çocuğa herşeyi öğreten mektep onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor” diyor. Öğrendiklerimizi uygulamaya gelince, bu noktada mutlaka bir ölçü getirme mecburiyeti vardır. Bilgi bize bu mecburiyeti öğretmez. Mesela, öğrendiklerimiz insanları en kolay nasıl öldüreceğimizle, yok edeceğimizle ilgili olabilir.
Mesela, atomu parçalama bilgisini öğrenir ve atom bombası yapabiliriz! Bu yüzbinlerce, milyonlarca insanı toptan yok edecek öldürücü bir cihaz yapmak anlamına gelir. Bunu kullanmaya kalkıştığımızda, düşüncemizi harekete dönüştürdüğümüzde ne yapacağız? İşte bu noktada “ahlâk” devreye girecektir. İyiyi, güzeli, doğruyu, olumluyu, insanlığın hayrına olanı yapmak bir seçme işidir. Bu seçim için Millî Eğitim müfredatı gençlerimize yeterince yardımcı oluyor mu?
Ahlâk hür beyinlerin işidir. Mektep hür olmayı, hür düşünmeyi öğretmelidir. Ancak hürriyet insanı sorumluluk sahibi yapar. Sorumluluk ahlâkın temel kavramlarındandır.
“Eğitim” esasında bilgi öğretmekle yetinmemeli, değer kazandırmalıdır. Millî Eğitim gençlerimize hangi değerleri kazandırıyor? Nureddin Topçu, eğitim sistemi içinde değer kazandırıcı müfredatın nasıl bir değişim geçirdiğini şöyle özetliyor: “...İnsanı düşündürecek felsefe kültürü okullarda şöyle bir inkılâp geçirdi. Önce metafiziğin Allah bahsi lise programlarından çıkarıldı, sonra Allah’a götürüyor diye ruh bahsi de atıldı. Daha sonra varlık üzerinde düşündürdüğü için bütün metafizik bahisleri lise felsefe programlarından çıkarıldı. İnsanı tanıtan ahlâk bahsi lise felsefe programlarının ufak bir köşesine sıkıştırıldı...”
1909 yılında İstanbul’da doğan 20. yüzyılımızın en büyük düşünürü Nureddin Topçu, 1975 yılının 10 temmuzunda vefat etti...
Dön ölüm yıldönümü idi. Ömrünü milletinin, memleketinin meselelerine hasretmişti. Mesleği “muallimlik”ti. (Muallim kelimesinin çağrışım derinliği karşısında öğretmen “sözcüğü” ne kadar âcizdir!) Bir mürebbî olarak şöyle söylüyordu: “Gencimizin ruhu sarsıntı halindedir. Gençler spor, siyaset ve kazançtan ibaret üçüzlü hayat maddeciliğine daha beşikten başlıyarak meftun yetişmektedirler. Bu üçüzlü belâ onların ruhunda güneş ve tabiat, aşk ve miraç yaşatmıyarak, varlığını maddenin altında ezilmiş bir iskelet halinde beşikten mezara kadar takip ediyor ve bir çelenkle sarıp toprağa teslim ediyor.”
Yenimahalle ve Mehmet Âkif’e gelince...
12 Haziran seçiminin ardından, “CHP neden başaramıyor?” başlıklı bir yazımız yayınlandı.
Yazıda CHP’nin geniş kitlelerin kimliğini, taleplerini, önceliklerini, psikolojisini dikkate almak gibi bir alışkanlığı olmadığını, ilk yapacağı işin büyük halk çoğunluğunun bilgi, kültür ve his dünyası ile çatışmayan bir tutum geliştirmek olduğunu belirttik. CHP’nin milletin değerlerine burun kıvırmaması gerektiğini, halkın sevdiklerini, candan benimsediklerini önemsiz sayarak bir yere varamayacağını ifade ettik ve bir örnek verdik:
“Mehmet Âkif, tereddütsüz Türkiye’nin 20. Yüzyıldaki en büyük şahsiyetlerinden biridir. Sırf bir şair olarak değil, mücadelesiyle, ahlâkıyla, kişiliğiyle örnek tutulan, sevilen, benimsenen bir isimdir. Mehmet Âkif’e alanında eşdeğer bir şahsiyet bulunabilir mi? Mehmet Âkif ismi silinip başka bir isim onun yerine ikame edilebilir mi? Kesinlikle edilemez! Bunu yapan siyasi parti, asla halkın tasvibini alamaz ve tek başına iktidar olamaz!
Fakat CHP bugünlerde bunu yapmaktadır. Hem de Ankara’da, başkentte! Bundan önceki Yenimahalle belediye başkanı bir kültür merkezi yapımına başlamış, inşaatı da bitme noktasına getirmişti. Bu kültür merkezi için Mehmet Âkif ismi uygun bulunmuştu. Aynı zamanda bu salon Yenimahalle’nin Mehmet Âkif Ersoy mahallesinde idi.
Onun halefi olan CHP’li belediye başkanının Mehmet Âkif’e saygısını göstermesi gerekirdi. Bir de baktık ki, merkezin adı “Nazım Hikmet Kültür Merkezi” yapılmış!”
Bu yazımız üzerine Yenimahalle Belediyesi Hukuk İşleri Müdürlüğü bir “tekzip” göndermiş. “Tekzib”deki ifade bozukluklarına, Türkçe yanlışlarına girmeyeceğim! Sadece bu yalanlamanın neyi yalanlayamadığını bir kaç cümle ile ifade etmeye çalışacağım.
Madde bir: Yenimahalle Belediyesi, daha önceki Belediye Başkanı Ahmet Duyar döneminde bir kültür merkezi inşasına başlandığını yalanlamıyor. Böyle bir yapıya Yenimahalle’nin Mehmet Âkif Ersoy mahallesinde başlandı ve inşaat bir hayli ilerledi. Rakamlarla oynayarak, yüzde şu kadarı yapıldı, şu kadarını biz yaptık denilebilir, bu önemli değil.
Bu yapının adının Urankent Kültür Merkezi olduğu iddia ediliyor. Bu isimde bir merkez, daha önceleri CHP belediye başkanlığı yapmış bir zatın devrinde, muhtemelen arsa tahsis etme karşılığı, “Uran Kent”i kuranlara -güya- yaptırılmıştı. Dört duvardan ibaret bu bina nedense sonradan yıkıldı!
Bu karışıklığı bir tarafa bırakalım. Bir önceki başkan Ahmet Duyar’la, binanın adlandırılması mevzuunu konuştuğumuzu, gayet iyi hatırlıyorum. Mehmet Âkif’e gerçekten değer veren, her yıl İstiklal Marşını güzel okuma yarışmaları düzenleyen eski başkan, bu merkeze Mehmet Âkif adı verileceğini bize söylemişti. Şu sıralar Ankara’da olsa idim, Ahmet Bey’e bunu doğrulatabilirdim. Bir açıklama gönderirse de, sütunumda yer veririm.
“Tekzip”te, Belediye Başkanının ve yönetimin Mehmet Âkif Ersoy’a karşı bir zihniyete sahip olmadığı belirtiliyor ve “Mehmet Akif Ersoy Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirmiş olduğu en önemli şairlerimizden biri”(dir) denilerek cehalet tarihine geçecek bir cümle kuruluyor!
Cumhuriyetin ilanından elli yıl önce doğmuş olan bir şahsiyeti nasıl Cumhuriyet yetiştirmiş olabilir?
Mehmet Âkif Cumhuriyet’ten önce yetişmiş bir şahsiyet olduğu gibi, İstiklâl Marşı da Cumhuriyet’ten sonra kabul edilmiş bir metin değildir. İstiklâl Marşı milletimizin ve devletimizin marşıdır, fakat bayrağımız gibi, Cumhuriyet’ten önce benimsenmiş bir aidiyet unsurumuzdur.
Bu arada Nazım Hikmet’in faziletlerinden bahsediliyor! Mehmet Âkif sözkonusu iken, onunla yarıştırılabilecek bir Nazım Hikmet tasavvur edilemez!
Yenimahalle Belediye başkanı ve yönetimi, bir önceki belediye başkanı hangi ismi vermek isterse istesin başladığı kültür merkezine Mehmet Âkif ismini koyarak CHP için bir zihniyet devrimi başlatabilirdi. Böyle yapılmamış, yanlış bir tercihte bulunulmuştur. Ben bu yanlıştan dönülmeyeceği tahminimi tekrarlıyorum. Evet başkan bu kültür merkezinin ismini değiştirmeyecek! Kendi dar taraftar kitlesine böylece mesaj verecek! Gelecek seçimlerde de bu onun karşısına çıkacak, tıpkı tarihimizde birçok önemli şahsiyet varken, İstiklâl Mahkemelerinin “unutulmaz” başkanı, milletvekili kaatili (ve hemşehrisi) Kel Ali’nin adını bir parka vererek işlediği hatada olduğu gibi!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.