Anadolu’da Mâşerî Hüznün Dili: Yemen Türküsü-2
Askerimizin ıstırapla yoğruluşunun, arkadan hançerlenişinin, gurbet derdiyle kahroluşunun ateşten bir destanıdır Yemen Türküleri. Evlât hasretlerinin semayı kaplayıp hüzünlü bir rahmet yağmuru gibi Anadolu’yu bir baştan bir başa gözyaşlarıyla suladığı bir tarihtir Yemen kıyamının türküleri.
“YEMEN’E DE BENİM AĞAM YEMEN’E”
Her hanede bir ayrılığın, bir gözyaşının hikâyesidir Yemen. Hüzünlü savaş tarihimizden hisse almak mı istiyorsunuz? Öyleyse Yemen ağıtlarının en çetini olan “Mihrali Bey Ağıdı” nı, yani Yemen’e giden Mihrali Bey’in memlekette kalan oğlu Rüştü Bey’e hitabını kalp kulağınızla dinlemeniz gerek:
“Ben gidiyom Rüştü Bey’im ağlama / Köz koyup da ciğerimi dağlama /Alay gitti beni burda eğleme/ Yemen’e de benim ağam Yemen’e / Erdi mi m’ola Mihrali Bey Yemen’e / Kurdu m’ola çadırları çimene / Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne / Oğul dert benim değil mi vallah kime ne / Ben gidiyom Rüştü Bey’im sana bir nişan / Susuzluktan alayları perişan / Hiç iflah olur mu Yemen’e düşen / Yemen’e de benim ağam Yemen’e / Oğul dert benim değil mi vallah kime ne / Devlete bağlıdır şu senin başın / Cihanda arasan bulunmaz eşin / Elliye altmışa yakındır yaşın / Yemen’e de benim ağam Yemen’e.”
Çanakkale Tabyaları gibi şehitler tarihimizin ve cephelerde kayboluşumuzun en yaman bir cüzünü dile getiren ve âhımızı göklere çıkaran Yemen türküleri Devlet-i Âliye’nin üç nesil askerini şehit alan seferlerin hüzün dolu hikâyesidir: “Kışlanın önünde sıra söğütler / Yüzbaşı, binbaşı asker öğütler / Kışlanın önünde çalınır sazlar / Yüreğim yanıyor ciğerim sızlar / Yemen’e giden babayiğitler / Yemen’e gidene ağlıyor kızlar.”
“GİTME YEMEN’E YEMEN’E”
Âh, “Gitme Yemen’e Yemen’e / Karışın toza dumana / Bari mektubunu gönder / Ananı koyma gümana” diyen anaların yürekleri delip geçen sayhaları! Evlâtlarının sıladan ayrılışlarını bakın nasıl dile getirmişler?: “Bir gemiye doldurdular / İstanbul’a bildirdiler / Sallar gemi döver dalga / Gül benzini soldurdular.”
O anaların evlâtları ise kanlı Yemen’de yaşadıklarını şöyle dökmüşler türkülere: “Yemen’in kahrına girdik gireli / Kaderin denizine düştük düşeli / Arpaya buğdaya hasret kaldık / Aç aça aşmadayız dağlardan / Otu toprağı yeriz bağlardan / Yemen’in dağları çoktur uludur / Her kumu da cehennem yoludur / Ulu Mevlâm attı bizi Yemen’e.”
Ah, kadir Mevlâm’ın Yemen’e atıp sınadığı askerler! Onların çektiklerine yürek dayanır mı?: “Tüfeğim kayada asılı kaldı / Esvabım sandıkta basılı kaldı / Nişanlım ben ile küsülü kaldı / Gümüş cezvelerim kaynar ocakta / Yemen çöllerinde kaldım sıcakta / Altı aylık yavrum kaldı kucakta.”
Ah! Yemen’de evlâdını kaybedip de ağıt düzen ananın yanan ciğeri: “Yemen’in ardı dağlar / Yağlığını kıvrak bağlar / Koyurun da Musa’m gelsin / Yemen’de oturan beyler.” Ana biliyor ki, Musa Yemen’de gelmeyecek ve ondan geriye sadece yaktığı ağıtlar kalacak.
Yemen’de şehit düşen oğlu Hüseyin’in sesini meleklerin işittiğini söyleyen kara kaderli ananın ağıtına kulak verelim: “Nesini deyim nesini / Kim bulmuş kanlı fesini / Gökte melekler işitmiş / Hüseyin’imin sesini.”
Yemen türküleri böyledir işte. Her Anadolu insanının yüreğinde bir Yemen yarası vardır. Bir yaşlı nineye sorarlar: “Yemen türküsü söylerken niye ağlarsın? Diyor ki: “Şu gördüğünüz vadide oğlak güttüm, oyun oynadım. Bir akrabanın iki oğlu vardı. Onlar benim oyun arkadaşlarımdı. Büyüdüler, Yemen’e gidip bir daha dönmediler. Aklıma onlar geliyor türkü söylerken. İşte onlara ağlıyorum.”
Ah, zalım Yemen! Savaş gurbetlerinin en çetini.
“SOYKA YEMEN YİĞİT KOYMADI BİZDE”
Yemen üstüne türküler ve ağıtlar yakılması, Birinci Cihan Harbinden çok evvel Sultan Abdülaziz devrinde başlar. Yemen’de harp olmasa dahi asker olarak gidenin ne vakit geleceği veya gelip gelmeyeceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Bu bakımdandır ki Anadolulu bir kadının Yemen türkülerinden biri olan şu figanına nasıl dayanmalı?:
“Merhametsiz padişahlar askeri / On sene bekletiyorlar Hicaz’da / Genç iken kocadım yitirdim yâri / Soyka Yemen yiğit koymadı bizde / N’olur karlı dağlar n’olur / Asker yârim gelse yaralarım ey’olur / Padişaha söyleyin yâri göndersin / Bu kanunu bu zagonu (nizamı) döndersin / On seneyi bir seneye indirsin / Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz’de / Gelin ömrüm geçti ben bozuluyom / Kara saçıma ağ’ördürdüm, düzlüyom / On senedir asker yolu gözlüyom / Saçım ağırdı, fer kalmadı gözde / On yıl oldu yârimden ayrılalı / Söyleyin Sultan Aziz’e göndersin yârimi...”
Türkülerimizin şerhçisi şair Ali Akbaş mısralarıyla katılmış Yemen’deki yârini bekleyen eşin yanıp yakılışlarına: “Yemen’in yolları güllü, çemenli / Söylemiş gelinler gözleri nemli.”
Acıyla imtihan olan yüreğimizin ezgiye dökülüşü ve ciğerimizin yanışının sesidir Yemen Türküleri. Anadolu’nun kalbinin kopuşu, sökün edişidir. Anaların, eşlerin yüreklerinde kopan bir kıyamettir: “Şu Yemen’e giden gelmiyor / Cerrah gelip yarımıza bakmıyor / Yiğitlerin hiçbirisi kalkmıyor / Yemen çöllerinde kaldım Allah’ım.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.