İstihbarat boyutunu nasıl unuturuz?
Önce kısa bir hatırlatma: 1997 yılı başlarında Almanya'nın Frankfurt Eyalet Mahkemesi'nde zanlıların ikisinin Türk birinin İtalyan olduğu bir uyuşturucu davası görülmekteydi. Uzun yargılama süreci boyunca bir kez bile geçmemiş bir iddia, yargıç Rolf Schwalbe'nin ağzından son duruşmada dıuyuldu.
Schwalbe, sanıkları beş ve dokuz yıllık cezalara çarptırırken, mahkemenin konunun takibinde çok zorlandığını, çünkü uyuşturucu kaçakçılığı yapanların Türkiye'de resmen korunduğunu ifade etti...
O günlerde yayımlanan bir haberi aktararak hafızalarınızı tazeleyeyim: "Schwalbe, sözlü olarak açıkladığı kararın son bölümünde, uyuşturucu kaçakçısı ailelerin 'bir bayan bakanla' kişisel ilişki içinde olduklarını söyledi. / Alman Haber Ajansı muhabiri Hans Bilger, kararın okunmasından sonra Mahkeme Başkanı'na, 'bakanın kim olduğunu' sordu. Schwalbe, bunun üzerine, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in adını açıkça ifade etti."
Alman medyası yargıcın açıklamasını işaret fişeği kabul etti ve cümbüşü başlattı. Refahyol Hükümeti'nin ortağı Çiller üzerinden Türkiye siyasetini sarstı Almanya...
Başbakan Necmettin Erbakan 28 Şubat sürecinde üzerlerine "İrtica" diye gelenleri savuşturma çabası gösterirken, ortağı Tansu Çiller de uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgisi olmadığını ispatlama gayretindeydi...
Nice sonra özür diledi Almanlar, yargıç Schwalbe'nin iddiasının geçersiz olduğunu açıklayarak... Ancak nihai açıklama geldiğinde, Refahyol Hükümeti çoktan devrilmişti...
İsterseniz özeti Hürriyet'in yayın yönetmeni Enis Berberoğlu'nun o günlerde yazdığı yazıdan aktarayım: "Hatırlarsınız bir Alman yargıcının edepsizliği yüzünden sadece Tansu Çiller değil, Türkiye'nin tüm yönetici kadrosu uyuşturucu kaçakçısı ilân edilmek üzereydi. Sonunda mahkeme bu iddiaların mesnetsiz olduğunu kabul etti, iki ülke arasında muhtemel kriz önlendi."
Hatırladınız mı? Biliyorum, zamanında ne kadar ısrarla tartışmış olursak olalım, böylesine ülkeyi sarsan olayları bile aradan bir müddet geçince unutuveriyoruz...
Zaten ülke üzerinde hesabı olanlar da insanımızın bu özelliğine güveniyorlar. O güvenle daha önce sahnelemiş oldukları oyunları bir daha bir daha önümüze getirmekten çekinmiyorlar... Hafızası sağlam, arşivi kuvvetli olanlarımız için bıkkınlık verici bir durum bu...
1997 yılına ait bu olayla ilgili küçük bir ayrıntı daha verip daha güncel bir örneğe geçeyim: Alman yargıcın hükümetin 2. ortağı ile ilgili iddiası, Tansu Çiller'in ülkemizin en güçlü medya grubuyla kamuoyu önünde büyük bir kavgaya girdiği sırada gündeme gelmişti...
Almanya'da kurulu yardım örgütü 'Deniz Feneri e.V.'nin üzerine ilk gidildiği günlerde de Ak Parti hükümetiyle ülkemizin en güçlü medya grubu arasında kıyasıya bir kavganın cereyan ettiğini bilmem söylemem gerekir mi? Evet, öyleydi. Kıyasıya bir kavga vardı. Kavganın sonunda iktidarın el değiştirmesinin beklendiği bile iddia ediliyordu.
Daha önemli ayrıntı şu: Frankfurt Eyalet Mahkemesi'nin yargıcı Jochen Müller, 'e. V.' davasının başlarında, bir yerlerde ele geçirildiğini ileri sürdüğü bir kağıt parçasını gündeme taşıyarak, Almanya'da toplanan paraların Ankara'da Başbakanlığa teslim edildiğini söyleyebildi. Onun orada ortaya attığı bu iddia, kavgada cephe tutan medya grubunun gazeteleri ve kanalları tarafından Türkiye'ye de taşındı.
Başbakan Tayyip Erdoğan dakika geciktirmeden yapılmak istenenin densizliğini haykırınca, Almanlar olayın doğrudan siyasi boyutunda ısrardan vazgeçtiler...
Olayın doğrudan siyasi boyutunu unuttular ve unutturdular, ama dolaylı siyasi boyutunu hep ayakta tuttular.
Akşam gazetesinin o günlerde benimle sıcağı sıcağına yaptığı mülâkattan da bir bölüm aktarayım:
Mülâkatın bir yerinde, "Almanya Deniz Feneri'nde de bir yanlışlık varsa, içine adam sızdırarak Almanlarca yapılmıştır" dediğimde, mülâkatı yapan, "Bundan nasıl bu kadar eminsiniz?" sorusunu yöneltince şu cevabı vermiştim:
"Almanya'daki Anayasayı Koruma Örgütü baştan sona bu olayın içinde. Komiser Böhm bu örgütün bir elemanı. Özel bir mahkeme olduğu da anlaşılıyor. Yargılamadığı, mahkum etmediği insanlar hakkında karar metnine ifadeler koyuyor. Bir de haber gönderiyorlar, 'Biz de buraya müdahil olalım'. Hangi davada olunmuş ki bunda olsun. Bir tür intikamcı duygularla hareket etmek ancak Türkiye siyasetine ağırlık koymak isteyen istihbarat örgütlerinde olur. Nitekim hatırlayalım, ilk konu gündeme geldiğinde siyasi bağlantılardan bahsettiler, hatta Tayyip Erdoğan'ın ismi bile yine Almanlar tarafından telâffuz edildi. Belli ki bu işten başka şeyler çıkartmaya çalışıyorlar. Almanlar'dan biri çıkıp da 'Bunu nereden uyduruyorsun' demedi bana." Sadece hatırlatmak istedim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.