Evet, işin kuralı bu
İşin kuralı bu:
- Silahı bırakacaklar. Silah bırakmadıkları sürece operasyonlar sürecek.
Başbakan bunu söyledi, bir şey daha söyledi:
- Bundan sonraki süreç çok daha farklı stratejilerle, farklı uygulamalarla kendini gösterecektir.
Bunun anlamı da şu olmalı:
Barış için uğraştık, anlamadınız, silahı bırakmadınız, üstelik silah kullanmaya, üstelik en alçakça silah kullanmaya devam ettiniz, bunun cevabı bellidir.
Komuta yanlışlığı olabilir, şu bu olabilir, bütün bunları kendi içinizde tahlil edebilirsiniz, ama hiçbir şey, "Dağda silahlı gruplar olduğu" gerçeğini değiştirmiyor.
- Dağdaki silahlı grupların, siyasi bir mücadele yürüttüğü ve silahlı mücadeleyi, siyasi mücadeleyi etkin hale getirmek için kullandığı...
- Ovada sürdürülen siyasi mücadelenin, silahlı gruplarla fikir ve eylem birliği içinde bulunduğu...
- Silahlı grupların, ülke sathında, KCK adı altında yeraltı örgütlenmesi gerçekleştirdiği...
- Ve bütün bunlarla bir kitle tabanı oluşturulmaya çalışıldığı...
Öyleyse yürütülen siyasi mücadele, ne başka herhangi bir siyasi mücadeleye benziyor ve ne dağdaki silahlı hareket, herhangi bir silahlı örgüte benziyor.
Olayı okurken hem silahlı hareketi hem onun siyasi yansımalarını okumak zorundasınız.
Ovadakilerle oturuyorsunuz, sözüm ona çözüm arıyorsunuz ama biliyorsunuz ki, konuştuklarınız bir şekilde "Dağ" ile bağlantılı.
Ankara'da "seçilmişler"in Meclis'e devam etmesini konuştuğunuz sırada, organik bağları bulunduğundan en küçük kuşku duyulmayan birileri Diyarbakır'da, "Demokratik özerklik" ilan ediyorlar.
İşte benim görüşüm:
Dağda 13 askerin şehit edilmesiyle sonuçlanan olayla, Diyarbakır'da demokratik özerklik ilanı ile işlenen şey aynıdır: Türkiye'ye karşı cinayet.
Evet, ikisi de cinayet.
Diyarbakır'dakilerin PKK elbisesi giymiyor olmaları, bir savaşı yürütmedikleri anlamına gelmiyor.
Şu gayet açık ki, onların "meşru!" silahlı gücü dağda, hukuk diye KCK gruplarının yürüttükleri yeraltı mahkemelerinin uygulamaları var, sokakta "polis" niyetine milis güçleri yol kesiyor ve TBMM yerine Diyarbakır'da "Kürdistan Meclisi" topluyorlar.
Yani çok farklı platformlarda oynanıyor.
Ama biz, yani bu memleketin "normal" siyasetçileri, "normal" yazarları, "normal" insanları, kör bir iyi niyetle olanları gerçek boyutlarıyla okumamayı tercih ediyoruz.
Belki de şöyle düşünüyoruz:
- Bunların kafası karışık. Önerdikleri projelerin tıkanacağını göremiyorlar. Konuşalım, müzakere edelim, belki doğruya uyanırlar!
Acaba öyle mi?
Yoksa onlar da, "Bu saf adamları oyalayabildiğimiz kadar oyalayalım ama biz işimize bakalım ve kendi projelerimizi adım adım hayata geçirelim" gibi bir iç değerlendirme mi yapıyorlar?
"Dağdakiler, çözüm olmadan inmez ve silahlar bırakılmaz" demiyorlar mı?
İşte Başbakan'ın son söylediği şey, tam bunun cevabı:
- Silahlar bırakılmadan barış olmaz, operasyonlar sürer.
Devletseniz bunu söylersiniz, başka yol yok.
Bir süredir bunu söylemedi Türkiye. Ak Parti, muhtemelen "Bunların istismar alanlarını kurutalım. Asimilasyon, inkar, ret gibi, yanlış uygulamaları devreden çıkaralım. Bölgeye özel itina gösterelim. İnsanlara hizmet edelim. Sevgimiz apaçık görünsün. Hele bir bakalım ne olacak?" gibi bir yaklaşım içinde bulundu. "Halkı kazanalım" diye düşünüldü, belki başka birileri insafa gelir diye düşünüldü. Yapılanlar doğruydu. Bunun Kürtler'in çok büyük kesiminde karşılık bulduğu muhakkak.
Ama PKK-BDP-KCK ve uzantıları, Kürtler'e yapılan hizmeti kendileri için tehdit olarak gördüler ve her iyi adımın karşısına kötü bir proje ile çıkmayı tercih ettiler. Silah bir türlü susmadı. Öcalan iyi polis rolünde ise, ona rağmen susmadı.
Çare tektir:
- Silahlı gücün iradesini çözeceksiniz.
Öyle, "Yenişemedik" duygusu veren durumlar, bu tarz örgütlerin sadece, cür'etini artırır. Maalesef asker adına "Kandil'i ordu göndersek yenemeyiz" gibi laflar edilmesi korkunçtu.
Bundan sonra Başbakan'ı "Hizmet adamı" hüviyeti yanında, cinayetleri önleyen adam olarak da göreceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.