Telkinler ve tehlikeler
Son PKK saldırısı ile 13 askerimizin şehit olması herkesin kimyasını bozdu.
Amaç da zaten buydu. Halkın infialine yaslananlar konuyu yeniden bir 'güvenlik meselesi'ne indirgemeye başladı. Oysa son yıllarda 'demokratik' yaklaşımlarla şiddet marjinalleşmiş, uluslararası bağlantılarla PKK yalnızlaştırılmıştı. Hatta PKK saflarında tam bir panik hâkimdi ve tasfiye korkusu sarmıştı. Şimdi bir eylemle Türkiye'nin iklimini değiştirmeye başladılar. Anlaşılan birçok kişi de buna hazırmış.
Etkili ve yetkili çevrelerde fısıldananların ana fikri şu; Kürt sorununu çözmek için riske girmeyelim, PKK ile yaşamaya devam edelim. Toplum zaten terörle yaşamaya alışık. Şehitlerine ağlar, komutanlarına güvenir toplum. Yeni silahlarla karşı taraftan daha çok kişiyi öldürür, sağlam inşa ettiğimiz yeni karakolların arkasında daha korunaklı oluruz. Bu savaş daha bir 30 yıl sürse de 'kontrol altında'. Kesmeye çalışarak risk almanın âlemi yok. Ülke ekonomisi iyi gidiyor, harcamaları finanse edebilir, nüfusumuz artıyor kayıpları telafi edebilir. Elli bin kişi daha ölür, ama vatan sağolsun...
Bu fısıltıları yayanlara göre Kürt sorunu da PKK da 30 yıla yakın var ve 'yönetebiliniyor'; hayat devam ediyor, ekonomi büyüyor, komutanlar terfi alıyor, AK Parti seçim kazanıyor... Daha ne istersiniz?
Ne yok olan genç insanlar, ne ekonomik maliyet, ne de bölgesel koşullar 'yönetilebilir' olmaktan çıkarmadı sorunu bunların gözünde...
Bu fısıltılar umarım AK Parti hükümetinin aklını çelmez. Ama çelmeyecek gibi de değil yani; seçimleri yeni kazandı AK Parti, hem de yüzde elli oyla. İktidarın kulağına eğilenler soruyor: "Kürt sorununu çözdüğü için mi seçimi kazandı AK Parti?" Cevapları; "Hayır, aksine 'açılım' politikasını bıraktığı için kazandı. Üstelik Diyarbakır'da, Van'da, Bingöl'de vs. Kürt oylarını da kaybetmedi."
Dolayısıyla, soruyorlar; 'risk almanın ne âlemi var?' Bunlar baştan çıkartıcı olabilir, tamam. Ama bu durum Kürt meselesinin ve PKK'nın bundan sonra da 'yönetilebilir' kalacağı anlamına gelmez, eğer mevcut durumu bir 'yönetebilme' hali olarak görüyorlarsa bile...
Bu iş giderek tehlikeli bir hal alıyor. Kürtler tarihte olmadık biçimde Türkiye'nin her tarafına dağılmış, yayılmış durumdalar. PKK'dan çıkıp bütün Kürtlere yayılan bir tepki ülkeyi hızla bir iç savaş ortamına çevirir. Hele, dün 'Ergenekoncu' diye karşısında durdukları ulusalcı kesimleri, bugün, 'Türkiye tepkisini gösterdi' diyerek okşayanlar olduğu sürece iç savaş eşiği kolayca aşılabilir. Ergenekoncular içeride olabilir, ama ruhları sokaklarda fink atıyor. Kürt meselesi mevzubahis olunca 'demokrat' bildiklerimizin bir kısmının 'ulusalcı' bir noktaya savrulması 'iç savaş' provokatörleri için bulunmaz bir nimet.
Bu işi 'yönetebileceğini' sananlar yanılıyor. Hem ulusalcı-Ergenekoncu blok hem de PKK, gerginliği birkaç gün içinde sokaklarda sıcak çatışmalara çevirme potansiyeline sahip.
Peki, amaç ne? PKK'nın amacı, kaybettikleri uluslararası ve bölgesel desteği geri almak. Sivil itaatsizlik eylemlerinden beri PKK, bölgede otoriter rejimleri zorlayan 'Arap baharı'nı 'Kürt yazı'na dönüştürmeye çalışıyor. Kürtlere yönelik kitlesel şiddeti kışkırtarak uluslararası toplum nezdinde sempati ve destek bulmayı umuyor. Önce 'iç savaş'a giden gelişmelere 'uluslararası müdahale'yi gündeme getirmek, sonra da Libya benzeri bir durum yaratmak... Türkiye'ye karşı bu formül işler mi? Zor, ama imkânsız değil. Biraz da hükümetin tepkisine ve özellikle sokağın kimin kontrolünde olduğuna bakar bu? Bugün Suriye'nin ve Libya'nın geleceğini konuşan Türkiye, yarın kendi geleceğini tartışmaya açmaz umarım. Sokağı kışkırtan 'ulusalcı-Ergenekoncu' blokun amacı ne peki? Çok basit; Silivri'yi boşaltmak... Ha, bir de yaklaşan YAŞ'ta ordu içindeki uzantılarının pozisyonlarını korumak... Savaş, en iyi kamuflaj. Malum, savaşan bir ülkede 'komutanların moralini' bozmamak gerekir! Boşa mı konuştu Kılıçdaroğlu?