Zaafın başlangıç noktası
Cengiz Çandar'ın TESEV için hazırladığı "Dağdan İniş" raporunda şu ifadeler yer alıyor:
"Abdullah Öcalan'ın 1999'da yakalanmasının ardından PKK'nın Genelkurmay'la anlaşmalı olarak Türkiye içindeki silahlı güçlerini sınır ötesine, Irak topraklarına geri çekmesi, Genelkurmay tarafından PKK'nın askeri anlamda kesin yenilgiye uğratılamadığı şeklinde algılanmıştır. Yapılan görüşmelerde askeri otoritenin bu algıyı, 2003 yılında sivil otoriteye de ifade etmiş olduğu öğrenilmiştir. Abdullah Öcalan'ın talimatıyla 2004 yılında PKK'nın silahlı mücadelesinin tekrar canlandırılmasından sonraki dönemde de, askeri otorite, askeri çözümün sorunun nihai çözümü olmayacağı görüşünü korumuştur. Üst düzey devlet yetkililerinden edindiğimiz bilgilere göre, 2007 sonrasında Kürt sorununu demokratik açılım ile çözmek girişimlerinin planlamasına girişilmeden önce askeri otoriteye "askeri olarak PKK'ya son verebilecek misiniz" sorusu iletilmiş ve bu soruya kesin bir olumlu karşılık alınmaması üzerine "Açılım" hazırlıklarına girişilmiştir. Tüm bu veriler, Kürt sorununa "askeri çözüm"ün mümkün olmadığının, Genelkurmay çevrelerince, zımnen de olsa, kabul gördüğünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, sorunun siyasi çözümüne öncelik vermenin gereği de daha kolay anlaşılabilir bir hal almaktadır." (s.14)
Bu paragrafın özeti şu: "Asker PKK'yı bitiremeyeceğini bildirdi, hükümet de açılımı başlattı."
Cengiz Çandar bu bilgiye, yaptığı görüşmeler sonucu ulaştığını bildiriyor, görüşme yaptığı kişiler arasında da Çankaya'dan hükümete, askeri yetkililerden Kandil'e kadar pek çok çevreyi sayıyor.
Şu ana kadar Çandar'ın iddiasını yalanlayan çıkmadı.
Hemen belirteyim ki Çandar da raporunu "Asker'in PKK'yı bitiremeyeceği" ön kanaatine dayandırıyor. Çandar ayrıca PKK hareketini "terörizm" değil "isyan" diye tanımlamayı da temel bir paradigma olarak niteliyor ve "isyanların görüşmelerle sona erdirileceği" görüşünden hareket ediyor.
Benim, PKK ile mücadelede asıl sorun olarak gördüğüm şey budur.
Bir: Bir ülkenin askeri gücü, bir terör grubuyla mücadelede "ben onunla başa çıkamam" gibi bir noktaya gelir mi?
İki: Bir ülkenin siyasi iradesi, askeri güç böyle bir zaaf noktasına gelmiş olsa bile, bunu kabul eder mi?
Üç: Askeri ve siyasi iradenin böyle bir zaaf noktasına geldiğini bilen bir terör örgütü, bunu, kendi zafer hanesine yazmaz mı ve bundan sonra daha büyük bir kararlılık içine girmez mi?
Silahlı-silahsız Kürt hareketinin şu andaki "meydan okuyan" psikolojisi, tamamen bu "yenişememe" kanaatine dayanıyor. "Yenişemedik, öyleyse oturup pazarlık yapalım" diyorlar resmen. Hatta pazarlığa yüksek yerden başlamak için de "tek taraflı özerklik" ilan ediyorlar. Yerseniz!
Herkes Orhan Miroğlu'nun Taraf'taki (18 Temmuz) yazısını on kere okumalı. O bir Kürt aydını, o Diyarbakır Cezaevi'nin her cefasını çekmiş bir insan ama insan ve diri bir zihin dünyası var. Birçok Türk-Kürt aydınının aymazlığını sarsıyor ve diyor ki:
"Silvan eylemi, yeni bir stratejinin hayata geçirilmesinden başka bir şey değil.
"Eylemin gerçekleştiği gün, Diyarbakır'da ilan edilen demokratik özerklik, yeni stratejinin üstünde yürüyeceği paradigmayı da gösteriyor."
Daha ne desin Miroğlu?
Üstelik bir şey daha diyor, özetle naklediyorum:
"1984 Eruh ve Şemdinli baskını ile başlayan askeri strateji PKK'yı 2.5 milyon oya ulaştırdı, Silvan ve özerklik ilanı ile başlayan süreç ise Kürt halkının tamamının desteğini almayı hesaplıyor."
Şu cümleler birebir Orhan Miroğlu'na ait:
"PKK, Kürtler'in önüne yeni bir hedef koyuyor ve savaş yoluyla bölgedeki Kürtler'i kazanabileceğini, sorunu uluslararası bir sorun haline getirebileceğini ve Batı'da yaşayan Kürtler'in de baskılara dayanamayıp 'Kürdistan'a geri dönmeye başlayacaklarını düşünüyor."
Miroğlu, gerçekten yiğitçe bir aydın tavrı sergiliyor. Keşke bu yazılanlar, bizdeki sivil, asker, aydın zihin karmaşasını tedavi etse...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.