Öfke siyaset ve düşünce hayatının yükselen değeri oldu...
Şu anda Türk siyaset ve düşünce hayatının yükselen değerinin "Öfke" olduğunu söylemek mümkündür.
Başbakan başta olmak üzere toplumdaki ileri gelen ve ileri giden her kişi, sorunların çözüm yollarına yoğunlaşmak yerine öfkelenmeyi seçmekte.
İş öylesine tırmanıyor ki, şike soruşturmasındaki zanlıların avukatlarının bile savunma hazırlamak yerine, savcıları ve yargıçları hedef alan öfkeli bir saldırı stratejisini izlediklerine tanık olmaktayız.
Mario Puzo'nun "Godfather"ının filmdeki "Baba" tiplemesini canlandıran Marlon Brando'nun adamlarına "Sakın öfkelenmeyin, sakın kimseyi tehdit etmeyin, aklı ön planda tutun" diye öğüt verdiğini belki hatırlarsınız.
Kime öfkelenelim?
Bizim atasözlerimiz arasında "Öfkeyle kalkan zararla oturur" benzeri deyişlerin olduğunu veya Konfüçyüs'ün "Öfke tırmanırken bunun sonuçları düşünülmez" dediğini hatırlamamızda, herhalde sayılamayacak kadar çok faydalar vardır.
Kime ve neye öfkelenmemiz gerektiği konusunda ise tam bir kargaşa var.
Örneğin "Kıbrıs Sorunu"nu bugüne kadar çözümsüz bir kriz konusu olarak taşıyanlar, Avrupa Birliği üyesi devletler değil ki...
Sovyetler Birliği 1990'lı yıllarda çöküp dağıldı.
Doğu Avrupa'nın eski komünist ülkeleri 2000'li yıllarda AB'nin liberal demokrat dünya görüşüne uyum gösterip, tam üye oldular.
Dünya da, AB de bu ölçüde değişti yani.
Ecevit söylemleri
Ve bugün Başbakan Erdoğan Kıbrıs'taki çözümsüzlüğe, Kıbrıs'ı çözümsüz ve askeri ağırlıklı bir kriz konusu olarak bırakan Bülent Ecevit'in 1970'lerdeki öfkeli söylemi ile yaklaşıyor.
Oysa yapılması gereken şey, sakin bir kafayla, Türk dış siyasetini Kıbrıs ipoteğinden kurtarmak değil midir?
Çözüm üretemediğimiz Kıbrıs'ı Türkiye-
AB ilişkilerinin kilit konusu halinde tutmak ve bunu öfkeli söylemlerle sürdürmek, hangi konuda kime yarar sağlayabilir?
Bunun gibi Silvan'daki PKK saldırısı ertesinde de aklın yerini öfke aldı.
Bazılarımız PKK yerine Türk Silahlı Kuvvetleri'ne öfkelenmeyi yeğ tutuyoruz.
İş öylesine çığırından çıkmış durumda ki, ana muhalefet partisi lideri, cuntacılık suçlamasıyla yargılanan tutuklu subayların cezaevinde bulunmalarının, Silahlı
Kuvvetler'i güçsüz ve moralsiz bıraktığını bile iddia edebiliyor.
Kuşku yerine öfke mi?
Eski cuntacı subaylar darbe yapıp sade Silahlı Kuvvetler'in değil tüm ülkenin komutasını üstlendikleri zaman sanki "Kürt Sorunu" buharlaşmış gibi bir yaklaşım değil mi bu?
"Madem PKK saldırıyor, o zaman Öcalan'ı da izolasyona sokalım" diyenlerimiz var.
Nedenlerini tam olarak bilmediğimiz gelişmelere karşı "Kuşku"yu ön planda tutmak yerine çeşitli önyargılarımızla ve "Öfke" ile yaklaşmıyor muyuz?
Aslında öfkelerimize konu kıldığımız sorunları ele alırken, sadece bu öfkelerimizi haklı kılacak yanlara bakıyoruz ve diğer gerçekleri umursamıyoruz.
"Umursamazlık mehtabı ve yıldızları olmayan karanlık bir gecedir" der Çinliler.
Kısacası öfkelerimizin rüzgârına yelken açarak, zaman tüneline giriyor gibiyiz.
1990'ları yeniden yaşamak hoşumuza gidiyor sanki.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.