Normalize olma yolunda
Demokrasiler şeffaflık ve hesap verilirlik değerleri üzerinde temellenir. Hukuk sisteminin ikame ettirilmesi, haklar çerçevesinin yerleştirilmesi halkın kendi iktidarını sağlamasının en önemli gereklerindendir. Burada birincisi yani hukuk devletinin ihdası, kuralların belirlenmesi ve herkese bu kurallar bütününün içerisinde hareket etmelerinin gerekliliğinin aşılanması anlamına gelir. Amaç herkesin üzerine düşen işi yapması, sadece sorumluluk alanı içerisinde olanla ilgilenmesi, kuvvetler ayrımını gözeterek devlet makinesinin diğer araçlarının alanlarına müdahale etmeksizin görevini yerine getirmesidir. Bütün bu çizdiğimiz çerçeve demokrasiler için geçerlidir. Şimdi gelelim demokrasi olmayanlara, olamamışlara, olmayı beceremeyenlere veya bilinçli olarak olmamakta inat edenlere... Bu tür yönetimlerin öne çıkan en önemli ortak özelliklerinden biri kendilerini demokrasi pelerininin arkasına sığındırmalarıdır. Yani sorsanız onlardan daha iyi çalışan demokrasi yoktur. Peki eksikliklerini nasıl açıklar ve meşru kılarlar? Ülkelerinin özel durumlarına, konumlarına atıfta bulunarak... Konuyu nereye getirmek istediğim herhalde anlaşıldı. Bu ülkede de defaatle ama canım Türkiye’nin özel konumundan dolayı.. diyerek başlayan cümleler sıklıkla kurulmuş, birçok hak ihlali, hukuksuzluk örneği böylece görmezden gelinmiştir. Türkiye’nin nevi şahsına münhasır hali onu istisnai kılmıştır yani.
Demokrasi olamamış prematür sistemlerde göze çarpan önemli özelliklerden biri de kurumların yerlerini bilememe karışıklığıdır. Kuvvetler ayrımında yaşanan sorunlar, hiyerarşi merdiveninin kimi basamaklarının yer değiştirmesi, bir yerde tabiri caiz ise kabadayılıkla kurumların birbirini sindirmesi, yasama, yürütme ve yargının ayrı durmak şöyle dursun birbirinden ayrılamaz bir yumağa dönüşmüşlüğü gözlenir. Sonuç? Hukuk ihlallerinin kimi zaman yasama ve yargının biri veya ikisi tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmesi, kişiye özel kanuni düzenlemelere gidilmesi, devlet kurumlarının kendi yetki alanları dışındaki alanlara müdahaleleri, hukukun muhatabının kim olduğuna endeksli olarak zaman zaman askıya alınması, vesaire vesaire. Biz bunlara kısaca hukuk cinayetleri diyoruz. İlginçtir zulumle abad olunamayacağı gibi, bu hukuksuzluklar da karşılıksız kalmaz, er geç ortaya çıkar ve faillerini gelir ısırır. Bu arada kurunun yanında yaş da yanar o ayrı mesele tabii.
Bütün bu şimdiye kadar söylediklerim demokratikleşememiş yönetimlerin bir resmini çizebilmek, demokrasiler skalasında Türkiye’yi nereye oturtabileceğimizi daha bariz bir şekilde görebilmemiz içindi. Ülkemizdeki son gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmekte fayda var. Ordu ile alakalı son gelişmeler normalleşmenin sinyallerini veriyor, demokratikleşme adına umutları yeşertiyor. 2011 genel seçimleriyle Milli Savunma Bakanlığı’nın diğer bakanlıklardan ayrıcalıklı konumunu muhafaza etmemiş bir hale dönüşmesi aslında bu normalizasyonun ilk habercisiydi bizim için. Ne oldu, hükümetten bir kişi bu bakanlığa oturdu, ne onun kişisel ne de mesleki özellikleri tartışmaya açılmadı. Bu şunun için önemli: bundan öncekilerde yangına körükle gidilir, asker merkezli siyasetin çığırtkanlığı tek bir ağızdan yapılırdı. Oysa kâğıt üzerinde yani kanunlar çerçevesinde asker vatanı dış düşmanlara karşı korumakla görevli ve Milli Savunma Bakanının emrinde çalışan bir kurumsallaşmaya sahipti. Oysa bizde nasıldı... Astığım astık kestiğim kestik bir ordu, sivil siyaseti tarumar eden bir yapılanma söz konusu idi. Bu arada da asıl işi olan ülkeyi dış düşmandan koruma görevini ihmal eden bir ordu tabii. On üç körpe yavruyu daha yeni kara toprağa vermiş bir milletin acısına ortak olamayan bir uzaklıkta kendini konumlandıran bir devlet kurumu.
Şimdi istifalar peş peşe geliyor. Görevden almalar da. İyidir. Normalleşme ancak bu kadar pürüzsüz olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.