Bu kadar yaşlı ve bu kadar genç bir toplumda yaşamak sorunsalı...
Sizler de farkında mısınız bilmiyorum.
Uzun bir süredir kimsenin "Böyle gelmiş böyle gider" tekerlemesini seslendirdiğini duymuyorum...
Türkiye'de hiçbir şey eskisi gibi değil...
Aslında yorucu, nefes nefese geçen, yoğun ve hızlı bir toplumsal yaşamımız var.
Batı ülkelerinin feodaliteden burjuvaziye, sanayi toplumundan bilgi ve iletişim çağına geçişleri yüzyıllar aldı.
Benim kuşağımın Türkiye'sinde ise bu çağ değişimleri bir insan ömrü içinde yaşandı.
Almanya ve Japonya'nın militarizmden sivil demokrasiye geçmeleri için Dünya Savaşı'nda yenilmeleri gerekiyordu.
Bizde ise birkaç tane "YAŞ Krizi" ve "Andıç rezillikleri" ile oluverdi bu iş.
Tanrı Babanın Hatıra Defteri
Fransız yazar Pierre Daninos'un (1913-
2005) dilimize "Tanrı Babanın Hatıra Defteri" (Le Carnet du bon Dieu) başlığı ile çevrilen ve Varlık Yayınları'ndan çıkan kitabında, evlendiği günden başlayarak bir çocuk sahibi olmak için dua eden kadının hikâyesi anlatılır.
Tanrı bu duaları geç duyar ve kadın 70 yaşındayken çocuğu olur.
Ancak doğan bebeğin akıl yaşı ve fiziği 80'ler dolayındadır... Bebekken her şeyi bilen bu evlat yaşlandıkça gençleşir, dinçleşir ve çocuklaşır...
Tıpkı Türkiye gibi değil mi?
Engin bir tarihin mirasçıları olan yaşlı ve yorgun bir toplum, yıllar geçtikçe gençleşiyor, yenileniyor.
Kronik çocukluklar
Tabular yıkılıyor, konuşulmayan hatta düşünülmeyen konular tartışılıyor... "Onlar aya biz yaya" diyerek kendimizi aşağılayarak baktığımız ülkelerle rekabet ediyoruz ve bazı alanlarda onları geçiyoruz.
Ama çocuklaşıyoruz da.
Bazı kesimler sorunların çözümünü demokraside ve uzlaşmalarda arayacak yerde şiddeti ve kavgayı yeğ tutuyor.
Örneğin "Kürt Sorunu"na "Cenaze çıkan ev sayısı arttıkça davamız güçlenir" diye yaklaşanlar yok mu?
Bu yaklaşım "Demokratik açılımları" da dinamitlemiyor mu?
Ya da içine girmekte olduğumuz "Tarihi uzlaşmalar dönemi"ne bazılarımız "Bizden farklı olanları hoş mu görsek, yoksa onlara tahammül mü etsek" kararsızlığı içinde yaklaşmıyorlar mı?
Bunun gibi "Kundurası vurmadığı zamanlarda Allah'ın adını anmayan Süleyman Efendi"ler de dini konularda fetvalar vermiyorlar mı?
Sanki ezan ve Kuran Türkçe olsa namaz kılıp, oruç tutacaklar.
Suriye'nin Potemkin'i...
Kısacası hızlı yaşlanmanın yanında kronik çocukluklar da sosyo-politik yaşamımızın öğeleri arasında.
Bir de içinde bulunduğumuz coğrafyanın getirdiği çelişkiler var hayatımızda.
Suriye'nin Baas'çı donanması kendi kentleri olan Lazkiye'yi bombalarken, sanki "Potemkin Zırhlısı" zaman tünelinden geçip bugüne gelmiş gibi olmuyor mu?
"Suriyelilerin Suriyelilere yaptıkları mı, yoksa İsraillilerin Gazzelilere yaptıkları mı daha fazla insanlık dışı" şeklindeki ikilemlere takılmıyor muyuz?
Yaşlanırken gençleşmek ve hatta çocuklaşmak böyle durumları da beraberinde taşıyan bir süreç.
Ama yorucu bir süreç bu.
Kıyısı olmayan bir nehre benzeyen "Zaman"ın insafsız akıntısında sürüklenirken, sizler de zaman zaman "Durdurun dünyayı, inecek var" diye seslenmek istemiyor musunuz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.