Çözülme ve çöküntü
Türkiye modeli İslam dünyasında tartışılmaya devam ediyor. Lakin dört başı mamur bir modelden söz etmek kabil değil. Olsa olsa teoriği olmayan pratik bir süreç. El yordamıyla hareket etme anlayışı. Esasında İslam dünyası 20 yıldır bir tıkanıklık yaşıyor. AKP ise zahiren hareket halinde. Bundan dolayı da umutlar ona bağlanmış gözüküyordu. Lakin AKP politikaları revizyonist bir anlayıştan besleniyor ve vizyoner bir özellik taşımıyordu. Er geç tıkanacağı belli idi. Tek sistematik alanı Ahmet Davudoğlu ile parlayan dış politikada sıfır sorun anlayışı ve stratejik derinlik meselesiydi. Arap Baharıyla birlikte bu teori de çöktü ve buhar oldu. Elbette iyi niyete dayanıyordu ve başarılı olması temenni edilirdi. Lakin temennilerle bu kadar oluyor. Kirli rejimlerle ak pak bir iklime ulaşmak elbette ki eşyanın tabiatına zıt ve aykırı bir durum. Eldeki defolu malzeme ile idealler uyumlu değildi. AKP bir hususta başarılı oldu o da toplumu dönüştürmesidir. Ama toplumu hangi yöne dönüştürdü? Temel mesele budur. AKP modelinin dindar kitleyi sekülerleştirdiği bir gerçektir. Kürtlerin geç dönem milliyetçiliği keşfetmeleri gibi İslami kesim de geç dönemde kapitalizmle tanıştı ve kapitalizme intibak süreci de dünyevileşmesine ve sekülerleşmesine hizmet etti. Bunu günlük yaşamda somut olarak görüyoruz. Dindarlık azalıyor mu artıyor mu, sorusunun cevabı kişiden kişiye değişse de ortada değişmeyen bir gerçek de var. Dindarlığın yozlaşması. Adam iktidar yanlısıysa pembe gözlük takıyor ve her şeyin iyiye gittiğini ve dindarlığın da iyileşmeden payını ve nasibini aldığını düşünüyor.
Halbuki dindarlar arasında bile oruç tutma meselesinde somut bir eğrilme ve düşüş gözleniyor. İbadetlerde kırılgan bir yapı var. Dindar olmayan kitlede ise oruca karşı büyük bir pervasızlık gözleniyor. Oruç tutmamak bir yana saygının zerresi yok. Küçük bir gözlemle geçen yıl ve bu yıl çalışan kesimlerde ve genelde oruç tutma oranında düşüş gözleniyor. Bunun için bir araştırma yapmanıza bile gerek yok. Çevrenize bakmanız kafi. Zaten çevresine bakanlar bunu görebiliyorlar.
En son Prof. Sadettin Ökten Yeni Şafak gazetesinde 'içi boş bir dindarlık yükseliyor' diye manzarayı özetledi. Lakin AKP'ye gönül verenler bu tespiti ve analizi yersiz görüyor. Pişmiş aşa su katılmış gibi algılıyor. Çünkü bu temel gerçek zihinlerindeki başarı grafiğiyle çelişmektedir. Esasen AKP'nin başarısızlığını PKK meselesi üzerinden de net takip edebiliriz. Sosyal boyutunda görmek mümkündür. PKK'nın yeniden kıpırdaması aslında dingin ve salih bir toplum yokluğunun sonucudur. AKP 9 yılda böyle bir toplum inşa edememiştir. 28 Şubat ortamı siyaseten aşılsa ve kırılsa dahi sosyolojik ve manevi zeminde baki kalmıştır. Ve bu yöntemle kırılması da mevzubahis değildir. Salih bir toplumun yokluğu magandalaşan bir toplum türüyle karşı karşıya kaldığımızdan da bellidir. Sosyal çözülme ve çöküntü hiçbir zaman bu kadar aşikar olmamıştı. Bunun bir kısmını küresel dalgalara hamletsek bile asıl mesele sekülerleştiren modeldir. Lakin bunu sadece AKP'ye atfetmek de haksızlık olur. Dini cemaatlerin çoğu da kendilerini bu dalgaya kaptırmışlardır.
Bir manifesto bağlamında Sadettin Ökten illeti teşhis babından: "Coşkumuz soldu ve içimiz geçti..." diyor ve sözlerini şöyle bağlıyor: "İslami hayattan ne anlıyoruz onu konuşmak lazım. Şüphesiz İslami hayat günümüzde de çok mümkündür. Bu kainatı Allah yaratmıştır ve tüm güzellikleri buraya lütfetmiştir. Coşku içinde yaşarsanız, hizmete dönük, şevkle, zevkle, tam İslami bir hayattır. Ama "yapma"ları öne çıkarırsanız olmaz. Zaten öyle bir coşku yakaladığınız zaman Allah'ın "yapma"larını zaten siz yapmazsınız, canınız yapmak istemez. İslami bir coşkudur bu. İşte biz bu coşkuyu kaybettik. O coşkuyu kaybedince "yapma"ları söyleyenlerin lafı da etkisiz. Çünkü onların da coşkusu yok. (Günümüzde düzeltmesi gerekenler bozuyor). Kendi nefisleri tatmin için söylüyorlar çoğu kez. Terbiye yöntemi bu değildir. İnsanın yaratılmışlar arasında eşrefi mahlukat olduğunu hissettiğinizde sonbahardan, ilkbahardan, güneşten, çocuklardan her şeyden büyük haz duyarsınız. Çünkü hepsinde onun yansımasını görürsünüz. Sonsuz aksi vardır. 3-5'ini yakalarsanız biter. İslami hayat odur(...) Millet kimlik arıyor. Tanzimat'ta verilen kimliklerin modası geçti, soldu. Bir Osmanlı kaldı. Osmanlı'ya bakanlar da önce kenarda köşede kalmış, harcı alem olmuş şeyleri görüyor. İlk önce onları görecek, doğru. Osmanlı'nın ciddi yorumuna girmek için iyi bir alt yapı lazım ve sabır lazım. Bunu şiirde çok net görüyorum. Osmanlı'da bir şiir zevki var, adım adım geliyor bugüne kadar. Fakat buna sahip olmak için çok ciddi bir alt yapınız olması gerekiyor. Onun yerine bizim şairler bunalım şiiri yazıyor..." İnşaallah bu çığlık duyulur.
Kaybettiğimiz husus eskilerin dini atifet veya hissiyat dedikleri şey. Bediüzzaman Şarkın ancak dini hissiyatla terakki edeceğini söylemektedir. Ama biz Batı yolunu tutuyor ve onun demode medeniyetini ve kapitalizmini taklit ederek ve içselleştirerek kalkınmaya çalışıyoruz. Roma'nın Hıristiyanlığı bozduğu ve içini boşalttığı gibi modern Roma hükmünde olan Batı da bir bütün olarak bizi boğmaya ve bozmaya çalışıyor. Eyyübiler ve Memlüklüler ve Osmanlıları ayakta tutan hissi dini idi. Bu hissiyat dünyevileşmeye kurban gitmiştir. Ağız tadımız da kaybolmuştur. Manipülatif olarak Türkiye'de mutluluk paritesinin arttığı ileri sürülmektedir. Bu neyin mutluluğudur anlamak mümkün değil. Sadettin Ökten'e inanmayanlar Emre Aköz'ün 'Kemalizmle birlikte İslamcılık da kaybetti' başlıklı yazısına bakabilirler. Orada ne demek istediğimiz anlaşılıyor. Kıssadan hisse: Yanlış yöntemle doğru hedefe varılmaz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.