Buti sendromu
'Buti sendromu' diye bir hastalık elbette ki yok. Lakin Suriye devrimi üzerinden tarihe Buti sendromu diye bir içtimai ve siyasi hastalık geçebilir. Tarif edecek olursak; Buti sendromu iç içe geçmişlik nedeniyle mahzurlu kesimlerle mesafe ayarlayamama pozisyonudur. Acizane ve naçizane olarak bu hastalığın patenti veya keşif hakkı bana aittir. Buti sendromu Türkiye'de de bazı kesimlere ve isimlere bulaşmıştır. Radyasyona maruz kalmak gibi bu isimler Suriye rejiminin kirli isimleriyle yakın pozisyona düştükleri için etki alanına girmişler ve bu nedenle de yeni dönemde pozisyon ve mesafe ayarlamakta zorlanmaktadırlar. Aradaki hissi mesafe kaybolmuştur. Babadan oğla devreden Esat rejiminin reforma kapalı bir yapı arzettiği müsellem bir kaziye haline gelmiştir. Rejimin totaliter yapısını temsil eden Baas referansına çizgi çekmek istemiyorlar. Bu Beşşar Esat'ın son konuşmasıyla bir kez daha sübut bulmuş ve tescillenmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin nasihatları havada kalmış ve manevra alanı bitmiştir. Söz bitince geriye fiili durum kalmış ama hükümetin böyle bir seçeneği olup olmadığı da muammadır. Türkiye'nin verip vermediği tartışılan süre de çoktan aşılmıştır. Peki! Şimdi ne olacak? Türkiye bundan sonra Suriye rejimiyle ilişkileri hangi seviyede ve zeminde yürütecek ve sürdürecektir? Çekil mi diyecek yoksa Rusya ile aynı zeminde Esat rejimine siyasi şemsiye tutmaya devam mı edecektir? Türkiye Libya politikasından sonra Suriye politikasında da çuvallamıştır. Hangi yöne döneceğini bilemiyor. Burada sadece tahdis-i nimet babından bir hatırlatma yapmak istiyorum. Hükümeti Libya vartasından kurtaran unsurlardan birisi de Millî Gazete'de daha önce yazdığımız 'Kaddafi'nin silahları Türkiye'den mi? (19 Mart 2011) yazısı olmuştur. Arapların tepkileri ve dahili ikazlardan sonra AKP manevra yapmış ve siyasetini tadil etmiş ve gecikmeli olarak ayıkmıştır. Bu sayede yeni pozisyona ulaşmıştır. Sonrasında yalpalama sırası Suriye politikasına gelmiştir. Yalpalamanın temel nedeni Buti sendromudur. Gereğinden fazla yakınlaşma siyasetidir. Zalime tahabbub göstermedir.
Türkiye'nin sadece Suriye'ye verdiği süre dolmadı aynı zamanda Türkiye'nin kendi politikalarıyla da yüzleşme vakti gelmiştir. Ayraç noktasındadır. Sadece dolan Beşşar'a verilen süre değildir kendi tutarlılığı da sınanmayla karşı karşıyadır. Açıkça Ahmet Davudoğlu'nun pozisyonu açığa düşmüştür. Statükoya dayalı tezleri ne kadar parlak olursa olsun çökmüştür. Ve çöken tezlerin Suriye politikası üzerindeki tortuları ve olumsuz etkileri devam etmektedir. Hoca'yı Buti ile aynı kefeye koymaktan imtina ve tenzih ederim. Lakin yine de onunla aynı sendromu ve arazları paylaşmaktadır. Zamanla Buti, Esat rejimiyle iç içe geçmiş ve Siyam ikizleri gibi ayrılmaz bir yapı oluşturmuştur. Dolayısıyla ayrılış çizgisinde araya mesafe koyamamıştır. Suriye rejimi de bu yakınlaşma siyasetini hayat öpücüğü gibi algılamış ve Türkiye'ye yakın mesafe üzerinden kendisini aklamaya çalışmıştır. İçteki meşruiyetini Türkiye ile yakınlaşarak sağlamaya yeltenmiştir. Ama yollar çatallaştığında Türkiye'yi dinlememiştir. Aksine bizim kendisine minnet duymamızı istiyor. Dolayısıyla Ahmet Davudoğlu'nun pozisyonu eski ilişkilerin gölgesiyle maluldur. Beşşar'ın Kaddafi'nin akıbetinden ders alması gerektiği gibi Türkiye de Beşşar hatta Kaddafi ile mesafesiz ilişiklerinin akıbetinden ders çıkarmalıdır. Bu sendromun isim babası Buti zamanla Ali Memlük gibi istihbaratçılarla bile senli benli olmuştur. Bu mesafesizlik politikası ihtiyatsızlık politikasıdır. Bunu yapan tarih önünde hesap verir ve bedelini öder.
Davudoğlu'nun Suriye'ye onlarca defa gittiği (kimi teyit edilmemiş verilere göre 50 ile 70 arası) söylenmektedir. Bu saatlerce ve günlerce Suriyeli muhataplarıyla konuştuğu ve Hillary ile yaptığı gibi tak-şak yaptığı anlamına geliyor. Dolayısıyla Suriye rejimiyle dostane ilişkiler zamanla 'gayri insani' boyutlara varmıştır. Bu, Davudoğlu'nun sıfır sorun politikasının zayıf yüzüdür. Dolayısıyla çat kapı ziyaretleriyle birlikte Davudoğlu, Hoca Buti sendromuna yakalanmıştır. Türkiye sadece politikasını değil Hoca da pozisyonunu değiştirmelidir. Arap Devrimi statüko ile sıfır sorunun üzerini çizmiş ve tarihe yollamıştır. Yeni dönemde yeni bir vizyon gerekiyor. Yeni dönemde belki daha az parlak ama kesinlikle daha sağlıklı politikalara ihtiyaç var. Buradan meslek ile şahsiyet arasında mutlaka bir sınır konulması gerektiği gerçeğine ulaşıyoruz. Sadece Davudoğlu değil El Cezire'nin Genel Müdürü Vaddah Hanfer de Katar'ın Suriye ile ilişkilerinin bozulmasından sonra Davudoğlu'nun pozisyona düşmüştür. O da Suriye'ye, angaje olduğu ilişkiler yumağından ya da kamp doğrultusunda bakmış ve olayların gelişmesiyle açığa düşmüştür. Hesaplar altüst olmuştur. Taşlar bir kere yerinden oynadı başlar da oynayacaktır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.