Nankör gençlik bu rezilliği de gördü...
Ruhat Mengi hanımefendi yazınca aklıma üşüşüverdi...
Hani, ‘Ben kimim ki? Bilgim ve müktesebatım ne ki tuttuğum köşede ahkam kesiyorum? Bir de Murat Belge gibilere ayar vermeye kalkışıyorum?’ demesi gereken, ama bunu demeyen Ruhat Mengi hanımefendi...
Mezkur hanımefendi, 19 Mayıs törenlerinin artık ‘komik bir vodvil’ olmaktan öte gitmediğini söyleyenlere (yani Engin Ardıç’la Mutlu Tömbekici’ye) şarlamış.
Diyor ki, ‘Gençlerin senede bir kez böyle onurlu bir törene katılmaktan şikayeti filan yok. Ama birilerine fena halde dert bu durum... İlla ki yaza çize, söyleye beyin yıkayarak yıldan yıla bu duyguyu da çürütecek, yozlaştıracaklar. O coşku yok edilmeli ki bu ülkenin rejimi daha kolay oyuncak edilebilsin.’
Tömbekici gerekli cevabı verdi.
özetle, ‘Bir rejim, törenlerle değil, vatandaşına sunduklarıyla sevilir, sayılır’ dedi ki, bütün mesele de budur zaten.
Ruhat Mengi hiç genç oldu mu?
Bilmiyorum...
Bizim nankör gençliğimiz, kendilerine ‘doğru dürüst bir hedef, bir ütopya, bir gelecek telakkisi sunulmamışlar güruhu’ olarak, artık ‘anlamsız’ın da ötesine geçerek ‘buyurgan’ bir hüviyet alan resmi törenleri makaraya almakla, daha doğru bir deyişle ‘nankörlükle’ geçti.
Belki de bu yüzden, böyle, imalat hatası bireyler haline geldik.
Ruhat Mengi hanımefendi de bazı ‘buyurganlıkları’ sorgulamalı bence.
Bu, sadece vatandaşlık değil, aynı zamanda ‘insanlık görevi.’
Merak ediyorum...
Kenan Evren marifetiyle ortadan kaldırılmasaydı, ‘27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı’na karşı tutum alanları da ‘rejimi oyuncak haline getirmek’le suçlayacak mıydı Ruhat Mengi hanımefendimiz?
Evet ya, ‘milli bayramlar skalası’na dahil edilen bir bayramımız daha vardı. 23 Nisan ve 19 Mayıs gibi coşkulu değildi, teatral görüntülere de sahne olmuyordu ama, milli bayramlarımızdan biriydi işte.
Bir darbeyle gelmişti, bir darbeyle gitti.
Darağacı, boğulmuş üç ceset, gözyaşı, çiğnenmiş onurlar ve yağmalanmış hayatlar üzerine ihdas edilmiş bir bayramdı.
Buna rağmen, neşe ve kıvanç duymamız isteniyordu.
Milli Birlik Komitesi adı verilen cuntanın önerisi, Başbakan İsmet İnönü’nün desteğiyle yasalaşıp yürürlüğe girmişti.
Bu bayramda neler mi oluyordu?
Şunlar oluyordu:
Devlet erkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın makam odasının önünde sıraya dizilip Başkan’a tebriklerini sunuyordu. Başkan da, günün mana ve ehemmiyetine uygun bir konuşma yaparak, hem tebrikleri kabul ediyor, hem de duymaktan bir hal olduğumuz laflarla ‘mevcut anayasamızın ne mühim bir anayasa olduğunu’ anlatıyordu.
Sonra ne mi oldu?
Darağacı, boğulmuş üç ceset, gözyaşı, çiğnenmiş onurlar ve yağmalanmış hayatlar üzerine ihdas edilen bu milli bayram, 12 Eylül’de darbe yapıp darağacı kuran bir başka cunta tarafından yürürlükten kaldırıldı.
Kıvanç duyamadık...
çünkü, ‘darağacı kur, bayram yap’çılarla, ‘darağacı kur, bayram kaldır’cıların kavgasında koskoca iki nesil heba oldu.
Makam odasında tebrikleri kabul edip mevcut anayasamızın ne mühim bir anayasa olduğunu anlatanlar ne yaptılar dersiniz?
Ne yapacaklar?
Hemen kalkıp, mevcut anayasayı ortadan kaldıranlara teşekkür ziyaretine gittiler.
Biz, rejimi oyuncak haline getirmekle suçlanan ‘nankör gençlik’, bu rezilliği de gördük işte.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.