Kürt siyaseti şimdi ne yapacak?
MİT ile PKK yetkilileri arasında Oslo'da yapılan gizli görüşmenin yayınlandığını BDP'nin üst düzey yöneticilerinden biriyle birlikteyken öğrendim. Biraz heyecanla ama daha çok da kaygıyla şöyle diyordu:
"MİT Başkanı Hakan Fidan'ın da olduğu görüşmeyi neden yayınladılar anlamadım. Halen az da olsa devletle görüşme umudu vardı. Bu yayın bu umudu da söndürebilir."
O saatte henüz ses kaydının içeriği tam ortaya çıkmamıştı. BDP'li yetkilinin kaygısını, metni okuyunca anladım. Bu ses kaydı, Habur'un kırılma yaratmasına, BDP'li milletvekillerinin negatif yaklaşımlarına rağmen Kürt meselesini çözmede "hükümetin çok ciddi niyeti" olduğunu gösteriyor.
Bugün MİT Başkanı olan Hakan Fidan, başbakanın yaklaşımına ilişkin şöyle diyor:
"Takdir edersiniz ki oldukça hassas bir durum, siyasi risk kabul edilmeyecek derecede yüksek bir durum. Etrafta bazı bakanlar defalarca gidip benim ismim ve benim pozisyonumda burada bulunmamın hükümet için çok ciddi bir risk alanı olduğunu söyledi."
Şimdi sorulması gereken soru şu; bu riski üstelenen bir siyasi irade karşısında Kürt sivil siyaseti ne yaptı?
Emine Ayna'nıno "demokratik açılım" günlerinde keyifle ne söylediğini biliyoruz: "Ne açılımı çocuklar, açılım bitti."
Adı barış görüşmelerinde arabulucu olarak geçen ve "Balıkçı" kod adıyla bilinen İlhami Işık ses kaydının ortaya çıkardığı dersleri şöyle sıralıyor:
"Burada asıl ders çıkarması gereken Kürt tarafı. Bu kadar kendine güvenen, bu kadar sorunu çözmek isteyen bir iktidar nasıl 'düşman' olabilir? Böyle yaklaşan bir devletin zaaflarını öne çıkartacağına artılarını geliştirmek daha doğru değil mi? Bu konuşmalar devletin ne kadar hazırlıklı olduğunun ve Kürt siyasetinin 'düşman' söyleminin ne kadar boş olduğunun ispatıdır. Siyaset yapmak isteyen insanlar burada tavrını koymalı. Öncelikle de sivil Kürt siyasetçileri kendilerini sorgulayan bir süreç başlatmalı. Umarım bu kaset buna vesile olur. Öcalan'ın serbest kalıp kalmayacağına kadar her şeyin konuşulduğu bir dönemde buna ihtiyaç var."
Anlaşılan ses kaydını piyasaya sürenlerin amacı Arap Baharı'nı yaratan halklara el uzatan Başbakan Erdoğan'ın yükselen profilini gölgelemek ve iç siyasette hükümeti zora sokmak...
Bu yaklaşım belki bir süre gerilime yol açabilir ama orta vadede hiçbir etkisi olmaz.
Çünkü zamanın ruhu siyasette "risk" üstlenerek ülkenin önemli meselelerini çözmek isteyenden yana. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ses kaydından sonra bile arkasında yüzde 50 oy desteği olan bir iktidarın "risk" üstlenmesi gerektiğini söylüyor.
Sızdıran Mossad mı?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ise muhalefetin olaya nasıl bakması gerektiğini şu sözlerle anlatıyor:
"Bu görüşmeler bir şekilde yapılıyordu zaten. Hükümetin siyasal tercihi olmazsa, başbakanın müsteşar yardımcısı, MİT müsteşar yardımcısı gidip görüşebilir mi? Bu noktada şunu çok rahat ifade edebiliriz, bu mesele bir iç politika malzemesi olmamalıdır.
İç politikada bir üstünlük malzemesi olarak kullanılmamalıdır.
Ama şu da bir gerçek ki, Kürt meselesi artık sadece Kürt meselesi değildir. Herkes elbirliği ile meseleyi bu noktaya taşıdı."
Kimin sızdırdığı meselesine gelince. İlk akla gelen Türkiye - İsrail ilişkilerindeki gerginlik nedeniyle MOSSAD. 1999'da Öcalan'ın Suriye'den çıkmaya zorlanması ve sonrasında MOSSAD'ın rolü dikkate alındığında uzak bir olasılık değil. Çünkü Öcalan'ın "Beni Suriye'den çıkartan esas güç" diye nitelediği İsrail'in Ortadoğu denklemini etkileyebilecek Kürt meselesine ilgisiz kalması düşünülemez.
Ama olmayabilirde... Başka güçler de olabilir. Hatta ses kaydının PKK çevresine yakın bir ajansta yayınlanması PKK içindeki "şahinleri" daha güçlü bir olasılık olarak gösteriyor.Tıpkı 98'de Roj Tv'de yayınlanan görüşmeler gibi.
12 Haziran'da sivil siyasetin 36 milletvekili kazanma başarısını önce boykot, sonra da devreye silahlı şiddeti sokarak gölgeleyen PKK aklı, şimdi ne planlıyor doğrusu belli değil. BDP bir an önce Meclis'e dönerek belki yeni bir çıkış yolu yaratabilir.