Türkiye'nin kaderi nasıl değişiyor?
Turgut Özal, Türkiye ekonomisini uluslararası derecelendirmede "yatırım yapılabilir" seviyeye getirmişti. Özal'ın ardından iktidara gelen Süleyman Demirel- Erdal İnönü ikilisi Türkiye ekonomisini aşağı doğru çekmeye başladılar.
Önce bütçe dengesini bozdular. Kadınlarda emeklilik yaşını 38'e, erkeklerde 42'ye indirdiler. Bu genç emeklilere maaş ödemek için devlet sürekli borçlandı. Bir de Demirel'in iktidara gelmek için, seçim sürecinde vaat ettiği "kim ne veriyorsa ben beş lira fazlasını veriyorum" rüşveti, devletin maliyesini iyice çökertti. O dönemde kamu bankaları, ahbap- çavuş anlayışıyla kredi verme furyası başlattı. Krediler tabii ki geri ödenmedi. Hatta bazı özel bankalar sahte devlet tahvili bile sattı, "siyasetçi korumasındadır" diyerek buna göz yumuldu. Böylece Özal döneminde yükselen Türkiye ekonomisi, Özal'ın ölümünün ardından battı. Sonunda 2001'de ekonomi derin bir krize girdi.
Peki sonra ne oldu? 2002'deki seçimlerde halk iktidarı ve muhalefeti çöpe attı. Kendisine hizmet ettirenleri değil, halka hizmet edenleri iktidara getirdi. Böylece devletin iki yakası bir araya geldi. Bütçe açığı yüzde 19'dan yüzde 3'ün altına geriledi. Devletin borç yükü yüzde 96'dan 40'a indirildi. Bankalar sıkı bir gözetim altına alındı, sermayeleri güçlendirildi. Bankalardan çalınan paralar karşılığında 381 milyar lira borç ödendi. Vatandaşın devletten alacağı olan 14 milyar liralık zorunlu tasarruf ve konut edindirme yardımları nihayet vatandaşa verildi.
Bu arada Cumhuriyet tarihinde ilk defa sağlık ve eğitim harcamaları askeri harcamaların üzerine çıkarıldı. İnsan sağlığı ve eğitim, silahtan daha önemli olunca, fakirlik azaldı. Fert başına gelir son dokuz yılda üç kat çoğaldı ve 3 bin 400 dolardan 10 bin 600 dolara yükseldi.
Bu süreçte anayasa değişiklikleriyle askerin ve yargının vesayeti geriletildi. Faiz lobisinin büyük baskısına rağmen IMF ile anlaşma yenilenmeyerek devlet bütçesi IMF vesayetinden kurtarıldı. IMF'den alınan 48 milyar dolarlık borcun 44 milyar doları geri ödendi. Bu ülkenin vatandaşı olan azınlıklara ait vakıfların haksız yere el konulan malları müthiş bir hamleyle iade edildi. Böylece devlet gücünü kullanarak zenginleşmiş ve mevki sahibi olmuş elitlerin iktidarından halkın iktidarına geçildi. Ama bu geçiş, bu köklü dönüşüm tabii ki çok sancılı oluyor.
Kolay para kazanmaya alışmış faiz lobisi, Türkiye'nin notunun hak ettiği seviyeye yükselmemesi için elinden geleni yapıyor. Bütün bu zorluklara rağmen Tayyip Erdoğan, faiz lobicileriyle çarpışarak Türkiye'nin notunu tekrar Turgut Özal'ın bıraktığı "yatırım yapılabilir" seviyeye getirdi.
Aslında bu not da gerçek Türkiye'yi yansıtmıyor. Çünkü Türkiye'nin son dokuz yıllık performansı, AB'den her yıl tarım ve bölgesel kalkınma hibesi alarak belini doğrultabilen Polonya'dan da, Malta'dan da çok ileride. "O halde niye Polonya A notunda bulunuyor da, Türkiye hâlâ BBB-'de?"Bu basit soruyu herkes sormalı. Cevap kısa!
Polonya'da bizdeki gibi kolay para kazanmaya alışmış bir faiz lobisi yok. Yani Polonya ekonomisiyle ilgili beklentileri olumsuza çevirip, yüksek faizle geçineyim uğraşında olan avantacı bir kesim bulunmuyor orada. Zaten hiçbir ülkede bu para bolluğunda kısa vadeye reel faiz veren de yok bugünün dünyasında. Peki niye Türkiye yüksek reel faiz versin?
Türkiye "yüksek reel faiz vermem" deyince lobi kıyameti koparıyor ve Türkiye'yi kıyamet yerine çevirmeye çalışıyor işte. Terör, bombalar ve silahlar konuşmaya başlıyor. Ama hiç merak etmeyin, faiz lobisinin ve statükocu sermayenin anayasa değişikliklerine "hayır" demesine ve terörün patlatılmasına rağmen, silahın ardından bu ülkeye gene de yeni anayasa gelecek.
"İnsanlar gibi bir ülkenin de kaderi olur mu?" demeyin. Evet, olur. Turgut Özal'ın ölümüyle bu ülkenin kaderi kötüye gitmişti, şimdi Tayyip Erdoğan bu kaderi yine iyiye doğru değiştiriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.