Muhalefet muhalefetliğini iktidar da iktidarlığını yapmalı...
Türk siyasetinin en kronik kısır döngülerinden biri de iktidarla muhalefet arasındaki ilişkilerin hep gergin olmasıdır.
Çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden bu yana muhalefet sözcüleri için iktidarların her icraatı yanlış olmuştur.
Muhalefet sözcülerine göre başbakanların tümü despotik eğilimlere sahiptir ve iktidar gibi düşünmeyen herkes susturulmak istenmektedir.
İktidar sözcülerine göre de, muhalefet partileri ülkenin ve halkın geleceğinden çok gelecek seçimleri düşünürler.
İktidar sözcüleri, muhalefetin felaket tüccarlığı yaptığını, gelişmeyi ve kalkınmayı görmezden geldiğini iddia ederler.
İktidar ve muhalefet partileri arasında ideolojik farkların bulunmadığı soğuk savaş yıllarında bile anlaşılması zor bu inatlaşma siyasetin mütemmim cüzü olmuştur.
İsmet İnönü ile Adnan Menderes arasındaki diyalogsuzluk ve uzlaşmasızlık neden öyle sertti acaba?
Bitmeyen kavga
Aralarında "İktidara sahip olmak ya da olmamak" meselesinin ötesinde hangi temel ideolojik fark vardı acaba?
Veya daha sonraki amansız siyasi kavganın tarafları olan Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit, Cumhuriyet'in resmi ideolojisine çok mu farklı bakıyorlardı sanki?
Bir dönemde de Süleyman Demirel'in "Tapulu arazime gecekondu kurdurmam" diyerek Turgut Özal'la ipleri koparttığını görmedik mi? Şimdi de Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aynı dünyaya ve aynı gerçeklere ak ve kara farkıyla bakmaktalar.
Kısacası 1946'da çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden bu yana hep sahnelenen oyun yine seyircilerin (ya da seçmenlerin) beğenilerine sunulmuş durumda.
Ancak anlaşıldığı kadarıyla bu durum sadece Türk siyasetine özgü bir nitelik değil.
Amerika da farklı değil
Dünkü The New York Times'daki yazısında Thomas Friedman, Amerikan ekonomisini de sarsan global finans krizine çözüm üretmeye çalışan Başkan Obama'yı, Cumhuriyetçi Parti muhalefetinin nasıl engellediğini anlatıyor ve Cumhuriyetçileri eleştiriyordu. Yazısını bize de ders olması gereken şu gözlemlerle noktalamıştı...
Özetleyerek aktarayım:
"- Cumhuriyetçiler Başkan Obama'nın başarısız olmasını tabii ki istiyorlar. Yönetimi bir kez daha kilitlemeye çalışmak tabii ki çılgınlıktır. Ancak Başkan Obama'nın uzlaşmayı ve krize çözüm üretmeyi amaçlayan partiler arası komisyonu terk etmesi de aynı ölçüde yanlıştır.
- Neticede yönetimde Başkan Obama var. Olup bitenlerden muhalefet değil o sorumlu tutulur tarih önünde. Yani Obama'nın açığı azaltmanın yollarını araştıran Simpson-Bowles Komisyonu'na bütün partileri "Büyük Pazarlık"ın sağlığı için çağırması gerekir.
Bedeli toplum öder
- Eğer iktidarla muhalefet arasındaki ölüm düellosu 2012 Kasımındaki Başkanlık seçimine kadar böyle sürerse... Cumhuriyetçiler Obama'nın ekonomiyi kötü yönettiğini ve Obama da Cumhuriyetçilerin nasıl çılgınca davrandıklarını söylemeyi sürdürürse... Sonunda hepimiz çok ağır bir bedel ödeyeceğiz demektir."
Evet... Her ülkenin ve her yönetimin önünde böyle "Büyük Pazarlıklar"ın uzlaşma ile sonuçlanmasının getireceği yararlar vardır. Şu anda bu durum Amerika için ekonomiye dönük arayışları içeriyor.
Sorumluluk Erdoğan'da
Türkiye içinse bölücü terörü Kürt Realitesi'nden soyutlamak meselesi var.
Bu konuda başarı da başarısızlık da Başbakan Erdoğan'ın olacağı için, muhalefetle daha yumuşak ilişkileri gerçekleştirmek de öncelikle onun sorumluluğundadır.
Ayrıca CHP dışında BDP ve tabii ki MHP de vardır muhalefet cephesinde. Neticede iktidarın başarısız olması dünyadaki bütün muhalefetlerin beklentisi değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.