Laik söylem için farklı bir kurgu
Başbakan Erdoğan'ın laiklikle ilgili sözleri, izin günlerime denk geldi, değerlendiremedim.
Ben o sözler için farklı bir kurgu yaptım. Bugün sizlerle onu paylaşmak istiyorum.
Dostlar...
Bir plan var:
Dünyadaki güç odakları, bu coğrafyanın 100 yıllık "anormal" yapıdan kurtulmaya doğru yöneldiğini, daha doğrusu o anormal yapıyı sürdürmenin imkânsız hale geldiğini ve bir "normalleşme" sürecinin yaşanacağını gördü.
Anormal yapı içinde sistemin anormalliği de vardı ve normalleşmek demek, sistemin de normalleşmesi demekti.
Sistemin normalleşmesi ise her toplumun kendi özgün karakterinden kaynaklanan bir sistem oluşturması anlamına geliyordu.
Bu coğrafyanın özgün-asli karakterinde İslam var ve anormal yapı, açık veya örtülü sömürge düzeni içinde, İslam'ın azaltıldığı bir yapı idi. Bu yapının Batı dilindeki adı laiklikti. Laiklik, şu veya bu ölçüde, İslam'ın toplum hayatı için belirleyici değer olmaktan çıkarılması anlamına gelmekteydi.
Türkiye, Osmanlı sona ererken, bu coğrafyanın en merkezi devleti olarak, bu anormalleşme sürecinde en anormal sistem yapısına göre dizayn edildi.
Tek parti dönemi ve ondan sonra gelen çok partili ama özünde tek parti kutsallarının aktığı dönem, toplum-İslam ilişkisinin hep gözaltında tutulduğu dönem oldu.
Biz, millet olarak 90 yıldır, sistemimizi restore etmekle meşgulüz.
Ak Parti'nin sistem içinde karşı karşıya kaldığı şartlar biliniyor. Çok partili hayat içinde daha önce yaşananlar da aslında milletin sistem restorasyonu talebine karşı iç ve dış güç odaklarının nasıl insafsızca uygulamalar yapacağının göstergesi oldu. Bu insafsız uygulamalar içinde bir başbakanın, iki bakanın idamı, siyasi iktidarların düşürülmesi, partilerin kapatılması var. Ak Parti bile kapatılmanın eşiğinden döndü.
Türkiye olarak biz, 9 yıldan bu yana, "militan laik" yapılanışta bir esneme yapabilir miyiz diye mücadele veriyoruz. 9 yıldan bu yana yapılanlar, içeride "muhafazakârlaşma" olarak suçlanıyor, dışarıda "eksen kayması" ithamlarına hedef oluyoruz.
Şimdi gelelim size:
Aslında sizlerin yaşadığı da normalleşme mücadelesi ve bu da Türkiye'nin normalleşmesinden kopuk değil.
Normalleşmenin kaçınılmazlığına inanan küresel güç odakları, hiç olmazsa süreci, yine kendileri belirlemek ve varılacak hedefin içini doldurmak istiyorlar.
Demokrasi, milletin kendine layık sistemi ve yöneticileri belirlemesi demek değil mi?
Kaygı şu:
Ortadoğu'da işi insanlara, yani ana karakterleri Müslümanlık olan millete bırakırsanız, İslam'ı ana değer olarak görür, yöneticileri de, İslamlıklarını ölçü alarak seçerler.
Cezayir'de 90'larda yapılanı gördünüz. Sırf İslami bir çizgi iktidar olmasın diye, onca kutsadıkları demokrasiyi bile biçtiler.
Şimdi belli ki bizi bize bırakmak istemiyorlar.
Ruhlarını okuyoruz.
Bakınız, Türkiye bile henüz sistemini bütünüyle restore edebilmiş değil.
Biz, kız çocuklarımızın başlarını örterek eğitim alabilme hakkını, aradan 9 yıl geçtikten sonra ve hâlâ ancak fiili planda gerçekleştirebilmiş durumdayız.
Biz ne yapıyoruz? Henüz laikliği temelden sorgulayamıyoruz. O, çağımızın tabusu. Çabamız, o tabunun daha tahammül edilebilir bir yapıya kavuşması.
Şimdi Mısır'da ne olacak, Tunus'ta, Libya'da, Cezayir'de ne olacak? Buna bakıyorlar.
Türkiye'den, bu ülkelerde laik bir sistem önderliği istiyorlar.
Size söyleyeceğimiz ancak şu olabilir:
Böyle bir laik yapılanışa mecbur kalacaksanız, hiç olmazsa, bizim geldiğimiz en son noktayı bile aşmayı hedefleyin yani laikliğin en ehlileştirilmiş, en çok inançlara saygılı çerçevesine razı olun.
Bakın bizde hâlâ başörtülü bir kamu görevlisi laiklikle çelişir bulunuyor. Böyle bir laikliğin inançlara saygılı laiklik olduğu söylenebilir mi?
Elhasıl, bir berzahtasınız. Keşke sisteminizi kurarken en özgür biçimde karar verebilseniz.
Bunu başaramıyorsanız, hiç olmazsa kırmızı çizgileriniz olsun. "İslam olmadan asla" gibi bir ses yükselsin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.