Yiğidim aslanım kitap okuyor!
Bayramdır... Kokmaz bulaşmaz konular seçeceksin, sert politik mülahazalardan kaçınacaksın, mümkünse ‘eğlendirici’ şeyler yazacaksın, kimseyi üzmeyeceksin, falan filan...
Eğlendirici şeyler yazarım, tamam da...
üzmeme garantisi veremiyorum.
Birileri (muhtemelen Zülfü Livaneli) bu yazıdan sonra üzülecek.
Hayır, siyasetten söz etmeyeceğim.
Malum, bayramda daha çok kitaplardan, okumalardan ve ‘güncel ilgiler’in dışında kalan konulardan söz edilir. Bir anlamda, ‘kaçış imkanı’ sağlar bu yazılar. Maksat, ‘gazeteci milleti de normal insanlar gibi kitap okuyormuş’ dedirtmek.
Bunu dedirtiriz de.
Ben de, söylemesi ayıptır, arada sırada bir şeyler okuyorum.
Bir hafta içinde iki ‘tuğla’nın üstesinden geldim.
İlki, ‘Buddenbrooklar.’
Thomas Mann’ın eseridir; Orhan Pamuk’un ‘Cevdet Bey ve Oğulları’na ilham verdiği söylenir. Ki, tematik bir benzerlik dışında, iki kitap arasında herhangi bir ortaklık bulunmuyor.
İyi ki de ilham vermiştir; çünkü ‘Cevdet Bey ve Oğulları’, hálá ve her şeye karşın, en önemli Türk romanları arasındadır.
Bazıları (özellikle bizim yaşımızdaki adamlar), ayıp olmasın diye, genellikle ‘tekrar okudum’ ayağına yatarlar, ama ben ‘Buddenbrooklar’ı ilk kez okuyorum. Okumsaymışım da olurmuş. Okudum ve Alman orta sınıfına ilişkin bazı lüzumsuz bilgiler edindim.
İkincisi, değerli müzisyen, sinemacı, gazeteci, romancı Zülfü Livaneli’nin, (niyeyse) ‘Sevdalım Hayat’ adını verdiği anılar kitabı...
Neden böyle bağıran kitsch başlıklar seçerler, bilmiyorum.
Biraz, ‘eğitim şart’ klişesini ve kolaycılığını hatırlatan bir başlık.
Keşke ‘Yiğidim Aslanım’ gibi daha da bağıran bir başlık seçseymiş. Hayır, ‘Memik Oğlan’ gitmezdi. Ayıp olurdu.
Neyse, sonuçta güzel ve okunası bir kitaba imza atmış Livaneli.
Romanlarını kayda değer bulmadığımı yazmıştım da, biraz alınganlık göstermişti.
Fakat Livaneli iyi bir yazar... Şahsen, yazdığı her kitabı okurum. ‘Sevdalım Hayat’ da, başarılı anlatımı, ölçülü mizahı ve siyasi mesajıyla, benzerleri arasında öne çıkan bir kitap. Kolay ve çabuk okunuyor. ‘Şöyle bir karıştırayım’ dedim, baktım 400 küsur sayfalık kitabın sonuna gelmişim.
Gelgelelim, Livaneli, bu güzel kitabında da, yine ‘eğitim durumunu’ dert edinmiş.
Niçin okumadığını/okuyamadığını gerekçelendirirken, ‘okulların bir şey vermediği’ klişe tezini yineliyor ve uzun uzun ‘üniversite bitirmeyerek’ aslında üniversite bitirmişlerden ne kadar da çok şey öğrendiğini anlatıyor.
Neden buna gerek duyuyor, bilmiyorum.
Livaneli’nin ‘bitiremediği’ okullar üniversiteyle sınırlı değil ki. Bildiğimiz kadarıyla liseyi de bitiremedi.
Kitaplarında, ‘eğitimine İsveç’te devam ettiği’ yazıyor.
Hangi okulu bitirdi?
Hangi programdan mezun oldu?
Bunları bilmiyoruz.
Kaçmak zorunda kaldığı İsveç’te liseye mi devam etti? Yoksa üniversiteyi mi bitirdi? Hangi üniversite o? Lise diploması hangi duvarda asılı? Kitabında bir şeyler anlatıyor ama, anlattığı şeyler her zaman olduğu gibi muğlak...
Eğitim durumunu sık sık karşımıza çıkardığına göre, demek ki değerli Livaneli’nin ‘diploma’yla ilgili (‘kompleks’ demeyeyim de) bir sorunu var.
Bence sorun yapmasın.
Hiçbir büyük sanatçı böyle ‘formasyon’ları sorun yapmaz.
Daha önce de hatırlatmıştım:
O besteleri hangi üniversite (yahut lise) mezunu yapabilir? ‘Sis’ gibi bir filmi hangi master öğrencisi çekebilir? ‘Mutluluk’ gibi bir romanı hangi profesör yazabilir?
Rahat olsun artık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.